AYLAKLAR, ŞARAPÇILAR...Hasan Sami Er




Bir yerel gazetede Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamit Palabıyık’ın “Aylaklar, şarapçılar” başlıklı bir yazı yayınlandı.


Yazı aynen şöyleydi:
“Onsekiz Mart Üniversitesi'nde görevli dekanın Çanakkalelilerle ilgili kaleme aldığı bu yazısı ortalığı karıştırdı”
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamit Palabıyık’ın yerel bir gazetedeki köşesinde "Çanakkale’de Değişim Direncinin Nedenleri" başlıklı yazısında Çanakkale'de yaşananları eleştirdi.
Palabıyık, Çanakkale’nin bir emekli kenti olduğunu ve kimsenin çalışmak istemediğini söylerken rölantide çalışmayı hayat şekli olarak seçmiş kişilerin de değişime engel olduğu tespitinde bulundu.
Çanakkale’de örgütlü ve bilinçli bir gelişimi engelleme kampanyası olduğunu savunan Prof. Dr. Palabıyık, “Ancak Çanakkale’deki direnç diğer yerlerde gördüğümüz ‘değişime cesaret edememe’nin çok ötesinde. Karşımızda örgütlü ve bilinçli bir gelişimi engelleme kampanyası var” diye yazdı.
Prof. Palabıyık, yazısında şu ifadeleri kullandı:
"Emekli deyip geçmeyin, göçler nedeniyle Çanakkale merkezde yaş ortalaması 40’ı bile aşıyor. İl genelinde zaten çocuk yapma sorunu var, yaş ortalaması Türkiye’nin zirvesinde: 36.6. Anlayacağınız Türkiye’nin en yaşlı kentiyiz ve bazılarımız artık çalışmak istemiyor. Daha doğrusu zora gelmek istemiyor. Yeni projeler, daha çok çalışmak, daha çok gelişmek hiç de cazip gelmiyor. Bu kişilerden bazıları ise bahçesinde domates yetiştirmekle, ya da balkonunda çay içmekle meşgul, yaşananlara kulak bile vermiyor.
Yaşları genç de olsa onlara göre Çanakkale demek sakinlik demek, doğallık demek, akşamları geç vakitlere kadar kafayı çekmek demek, dans etmek demek, denizde yüzmek, dağda yürüyüşler demek. Hatta aylak aylak dolaşmak demek. Dolayısıyla bu kişiler Çanakkale’yi hareketlendirecek her şeye karşılar.
Gazetelerde, barlarda, sokaklarda asıl gürültüyü çıkaranlar da bunlar zaten. Bu kişiler için Çanakkale’de kanalizasyon arıtması olmasa da olur, sokaklar lağım kokabilir. Çöpleri toplanmayınca da fazla gürültü yapmaz bu kişiler. Depreme dayanıksız evlerde oturan, daracık ve kirli sokaklardan geçen bu kişilerin arabalarının lüks, kıyafetlerinin ise her daim baloluk olduğunu görürsünüz.
Kasaba büyüyünce çatışmalar da başladı elbette. Eski köylerinde tek dertleri şaraplarını yudumlamak isteyenler ile ‘gelişmiş Çanakkale’ isteyenler arasında görüş farkları, hatta çıkar çatışmaları başladı bile. Kim çalışıyor, kim çalışmıyor ayan beyan ortaya çıktı. Eski rantlar tehlikeye düşünce panik de başladı. Bu direniş öyle bir boyuta ulaştı ki ‘istemezükçüler’ işi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne karşı çıkmaya, Üniversite Uygulama Radyosu’nu kapattırma kampanyalarına, Yat Limanı’na karşı çıkmaya kadar götürdüler.”


Böyle bir yazıya cevap vermek için bize bir hak doğdu.
Bu kadar süre beklememin sebebi ise Üniversitenin Rektörünün bu konu ile ilgili bir açıklama yapmasını beklemiş olmam.
Koskoca dekan, eğer kendi başına hareket edip bu işe soyunduysa elbette amirinden bir uyarı gelecek ve amiri basına bir açıklama yapacaktı.
Bu saate kadar gelmeyince demek dekan-rektör birlikte hareket ediyorlar kanaatine vardım ve bu satırları kendisine ithaf ediyorum.
.
Dekanın Çanakkaleliler ilgili suçlamalarına bir nebze olsun ışık tutalım da, kendisini aydınlatalım.
Belli ki Çanakkale ve geçmişi hakkında bir nebze bilgisi yok.
Kendisini yönlendiren “her kimse” onun hiç yok.
.
Çanakkale makus tarihi içinde hep ezildi ve zararlarını gördü.
Şöyle ki; nüfusunun az olması, milletvekili sayısının partilere cazip gelmemesi bu şehre olan ilgiyi artıramadı.
Etrafı askeriye tesisleri, vakıf arazileri ve havaalanı ile çevrili olan şehir zaten dar alanda paslaşıp durdu.
Batının en ucu olması ve (o zamanlar Yunanistan ile aramızın bozuk olması sebebi ile) sürekli askeri stratejik bölge olarak nitelendirilmesi, ilimize yatırımın gelmemesi ve teşvik kredilerinin çıkmamasına sebep oldu.
Yatırımcılar haliyle burayı cazip bulmadılar.
Ayrıca zamanında bulunan özel fabrikalara (tren, gemi gibi) kolay ulaşım imkanı sunulmadığından onlarda şehri terk etti.
Devlet malı olanlarda özelleşince ortada istihdam sağlayacak tesis kalmadı.
Dünya markası olarak yarattığımız Dardanel bile hükümetlerin anlamsız politikaları yüzünden (limanların ‘deli dana hastalığı’ dolayısı ile kapatılması, kredilerin kısa ve faizlerinin yüksek olması v.s.) kapanma aşamasına geldi.
“Batı’nın Hakkari’si” sözü buradan gelmektedir.
.
İlimizin turizm açısından patlaması, Assos ve Bozcaada sayesinde olmuştur.
Ne acıdır ki Truva (Troia) hala yeterli ilgiyi görememektedir.
Bozcaada’ya ilk feribot ne zaman konuldu bilir misin hocam?
Kenan Paşa sayesinde 1987 de.
Normandiya Çıkartması’nda kullanılmış, hurdadan kazanılan bir gemiydi bu.
Sırf bu yüzden “adalılar” senin beğenmediğin, yargıladığın paşayı çok severler.
İlk defa ambulansla hastalarını hastaneye taşıdılar, ilk defa kamyonlarla üzümlerini İstanbul’a yolladılar, ilk defa aktarmasız Çanakkale’ye ulaştılar.
Şehitlik Abidesi ve savaşılan toprakları görmek için, Deniz Yolları’na ait Eceabat Vapuru 2 saatte bir giderdi.
Karşıya geçtiğinde dolmuş bulamazdın.
İstanbul’a gemi çalışırdı, onu da “başka bir yere lazım” diye alıp götürdüler.
.
Bu saydıklarımda Çanakkaleli olarak bizlerin ne günahı var.
Hangi aşamada bizleri suçlayabilirsin?
Koltuğa oturup ahkam kesmek kolay geliyor sana.
Mevcut üniversitemizin sahip olduğu arazi vakıfa ait.
Eğer böyle bir imkan olmasaydı “sittin sene” Çanakkale’ye üniversite kurmak kimsenin aklına gelmezdi.
Sende bu suçlamaları yapamazdın…

Hocam;
Güzide üniversitemiz açıldı açılalı halk ile bu kadar ayrı düşmemişti.
Bunun sebepleri olarak üniversite yönetiminin “Çanakkale'yi yönetme”, “halka akıl verme”, “yatırımları değerlendirme” gibi bir misyon edinmeleri sayılabilir.
Tüm bu misyonları bir kenara bırakarak, dünyadaki üniversiteler arasında 1500. sırada bulunan üniversitemizin hedefini büyüterek 1. olma gibi bir gayret içinde olması gerekmez mi?
Öncelikle öğretim kalitesini yükseltmek, öğrencilerine mezuniyet sonrası “aranılırlık gömleği” giydirmesi gerekmez mi?
Bu konuda basında, medyada saygıyla yer alması gereken hocalarımız, gazete köşelerinde Çanakkalelileri şikayet ederek kendilerini tatmin yoluna ve yapamadıklarını örtme gibi bir yola başvurmuş olmuyorlar mı?
Girişimciliği “kantine bağlamak” üniversitenin iyi bildiği işlerden biri değil mi hocam…
Çanakkale'nin geçmişini ve ruhunu bilmeden, bu şehri anlamadan, insanlarını tanımadan ortaya çıkıp ahkam kesmek her babayiğidin harcı olmamalı.
Bu lafım sadece hocalara değil, “aynı ağızdan konuşan” bazı şehir yöneticilerine de gitsin.
Çanakkale için kendini harap ettiğini sanıp rant kapısını araladıktan sonra ortadan kaybolan çok kimseleri tanıdık.
Şimdi isimleri bile hatırlanmıyor.
Popüler olma adına çıkıntılık yapanların Çanakkalemize bıraktığı bir tane eser yok.
Sadece laf üreterek, Çanakkale'yi “ona-buna” şikayet edenler gerekli cevabı zamanı gelince peyderpey almışlardır.
.
Çanakkale için emekli kenti yakıştırması yapan hoca; diyelim ki öyle...
Ne yapacağız?
Emeklileri şehir dışına mı atacağız.
Onları yok mu sayacağız.
“Emekli” demek, “tecrübe” demek.
“Hayatı yaşamış insan” demek.
“Akil insan” demek,
Çoluk çocuk yetiştirmiş “yaşantıyı bilen” adam demek.
En önemlisi sizlerin “leb demeden” “leblebi” ile “neyi kast ettiğinizi bilen” demek.
Bunları kenara iteceğine yanına alsan, tecrübelerinden faydalansan, fena mı olur?
.
Emekli adam Araştırma Hastanesi'ne karşı çıkar mı?
Geri zekalı olması lazım.
Çünkü hastaneye en çok ihtiyacı olan emekli kimselerdir.
Adam arıtma tesisine karşı çıkar mı?
Çünkü emeklilerin çoğu rakı veya (senin dediğin gibi) şarap içer.
Eh bunların yanında balık ister.
Balık için onu avlamaya gider.
İşte bu yüzden denizin kirli olmasını ister mi?
Kimse lağımda yetişmiş balık yer mi?
Yat limanına karşı çıkar mı?
Çıkmaz.
Sadece liman yerine (şehri ve denizi pisletecek diye) karşı çıkar, bu aradaki farkı nedense sadece “hocalar” anlayamaz.
.
Domates konusu ayrı bir tez konusu olabilir.
Emeklilerin bahçelerinde yetiştirdikleri sayesinde, dünyaca ünlü “Kösedere Domatesi” yaratıldı.
Marka haline gelen bu domatesi umarım sofranda bulunduruyorsun.
.
Doğurganlık konusuna gelince.
Senin memleketin neresi bilemem.
Başbakanın “3 çocuk projesi” seni epey heyecanlandırmış olsa gerek.
Bizim “çocuk yapmama” istatistiği beceriksiz olmamızdan değil, “aklımızın bacak aramızda” olmayışından düşük çıkmıştır..
Yatırımları kesilmiş bir şehirde hangi çocuğu yapacaksın?
Hükümetlerin şehrin geleceği için bir vaade bulunmadığı yerde hangi hangi çocuğu yapacaksın?
Bir de sana sormalı "kaç çocuğun var hocam?"
Çocuk başına ayırdığın yıllık harcama bütçen nedir?
Mutfağında protein miktarı, harcadığın elektrik faturan nedir?
.
Çanakkale’de “dekan” olmasaydın, bu üniversitenin “ekmeğini yemeseydin” kaç para maaş alacaktın?
Neden kendi memleketindeki özel sektörde şansını denemedin de maaşlı devlet işine girdin?
“Çanakkale’de istihdam yok” diyorsun.
O zaman makamını Çanakkalelilere bıraksaydın keşke hocam.
Bir evladımız ekmek yerdi…
.
Çanakkaleliler için “Rölanti yaşamayı seviyorlar” demişsin.
Kendin çok hareketli bir görev seçmişsin, bu zor görevinde sana kolay gelsin…
Şunu hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Çanakkale vergi veren iller arasında ilk 25’de.
Çalışmayan, yatan bir şehir nasıl oluyor da böyle bir ünvana sahip oluyor?
İktisatçı olarak bunu da bir açıklasan hocam…!
...
Kasaba konusuna gelince...
İnsanlar artık “büyük şehir” istemiyor.
Doğal yaşam “trend” oldu.
“Yavaş şehirler” türedi.
Bak! İzmir’in ilçesi Seferihisar’ın belediyesi “Türkiye’nin ilk yavaş şehri” olmak için başvurdu.
Artık sanayi kentleri “bardak” oldu.
Dünya kirlilikten batıyor, çevreciler her gün “basbas” bağırıyorlar hocam duymuyor musun?
Sen bu haberleri okumuyor musun?
Çanakkale yaşanabilir şehirlerarasında 23. sırada. Bunu da “hizmetiçi eğitim” olarak belirteyim.
.
“Çanakkale’yi anlaman” ve “bizim gibi düşünmen” için bizleri biraz dinlemen lazım hocam…


 Hasan Sami Er
Kaynak : troiamedya.com
Google'da paylas

who over

    Blogger Comment
    Facebook Comment

0 yorum: