Skepsis Antik Kenti/Kurşunlu-Bayramiç
Hellen
dilinde Skepto fiilinden türetilme, Dayanak , bahane demek, ama böyle
bir isim olamayacağına göre, Anadolu'lu bir adın değiştirilmiş hali.
Strabon geographica'da "görüş" anlamına geldiğini söylüyor.
Skamandros/Kara Menderes'in yakınında bir kent.
Skepsis, ilk kez Bayramiç’in 18 km. güneydoğusundaki Evciler köyü yakınında kurulmuştur. Sonradan da Bayramiç’in 10 km. doğusundaki, bugünkü Kurşunlu köyünün olduğu yere taşınmıştır. Her iki yer arasındaki uzaklık ise 10 km.idi
Roma döneminde sikke bastırmış olduğunu buluntulardan anlıyoruz. İlkçağ sonu ile Ortaçağ başlarında büyük bir önem kazanmış ve piskoposluk merkezi olmuştur. M.S.431’de Efes’te toplanan konsil toplantısında Skepsis’i piskopos Athanasion temsil etmiştir. 452’deki Khalkedon toplantısında Philostargios tarafından temsil edilmiştir. 787 ‘deki ikinci İznik konsilinde Skepsis’i temsil eden bir piskoposun olmayışı bu tarihte önemini kaybettiğini göstermektedir
1800 ‘lü yıllarda buradaki önemli bir aile olan Hadimoğulları Bayramiç kasabasında birçok inşaat yaparken ne yazık ki kentin antik taşlarını kullanmışlardır. Özellikle Konak Câmiinde şpoli malzeme bolca kullanılmıştır. Schliemann 1881’de buraya geldiğinde ,Kurşunlu köyünde yaptığı kazılarda bazı kalıntılara rastlamış,tıpkı Assos’un duvarları gibi duvar kalıntıları bulmuş,ayrıca 3 x 1.80 ebadında bir bina kalıntısı da bulmuş ise de bunlar pek önemli parçalar değildir.
Skepsis'in aşağı kent ve nekropol bölümleri , Bayramiç Barajının suları altında kalacağı için, orada 1993 yılından başlayarak bir kurtarma kazısı yapılmıştır.
Bir hamam yapısı, mezar stelleri, çeşitli mimari ögeler bulunmuştur. İlk kazının raporu ÖMER ÖZDEN, ÇİĞDEM TÜRKER, TEVHİD KEKEÇ 1993 Skepsis kurtarma kazısıdır. V. müze kurtarma kazıları semineridir.
Kazıyı daha sonra yönetenlerin ifadesi şöyle; Baraj gölü altında kalacak olan bölgenin hemen doğu yakasında kalan antik Skepsis kenti bütün bakirliğiyle kurtarıcısını ve gün yüzüne çokmayı beklemektedir.
Evet 1995 yılında CEVAT BAŞARAN, ALİ YALÇIN TAVUKÇU, MUSA TOMBUL'un 1995 yılı Skepsis kent ve nekropolü kurtarma kazısı makaleleri VII.Müze Kurtarma Kazıları Seminerinde yazılmış, aşağıdaki fotograflarla beraber bizleri bilgilendiriyor.
Skepsis, ilk kez Bayramiç’in 18 km. güneydoğusundaki Evciler köyü yakınında kurulmuştur. Sonradan da Bayramiç’in 10 km. doğusundaki, bugünkü Kurşunlu köyünün olduğu yere taşınmıştır. Her iki yer arasındaki uzaklık ise 10 km.idi
Roma döneminde sikke bastırmış olduğunu buluntulardan anlıyoruz. İlkçağ sonu ile Ortaçağ başlarında büyük bir önem kazanmış ve piskoposluk merkezi olmuştur. M.S.431’de Efes’te toplanan konsil toplantısında Skepsis’i piskopos Athanasion temsil etmiştir. 452’deki Khalkedon toplantısında Philostargios tarafından temsil edilmiştir. 787 ‘deki ikinci İznik konsilinde Skepsis’i temsil eden bir piskoposun olmayışı bu tarihte önemini kaybettiğini göstermektedir
1800 ‘lü yıllarda buradaki önemli bir aile olan Hadimoğulları Bayramiç kasabasında birçok inşaat yaparken ne yazık ki kentin antik taşlarını kullanmışlardır. Özellikle Konak Câmiinde şpoli malzeme bolca kullanılmıştır. Schliemann 1881’de buraya geldiğinde ,Kurşunlu köyünde yaptığı kazılarda bazı kalıntılara rastlamış,tıpkı Assos’un duvarları gibi duvar kalıntıları bulmuş,ayrıca 3 x 1.80 ebadında bir bina kalıntısı da bulmuş ise de bunlar pek önemli parçalar değildir.
Skepsis'in aşağı kent ve nekropol bölümleri , Bayramiç Barajının suları altında kalacağı için, orada 1993 yılından başlayarak bir kurtarma kazısı yapılmıştır.
Bir hamam yapısı, mezar stelleri, çeşitli mimari ögeler bulunmuştur. İlk kazının raporu ÖMER ÖZDEN, ÇİĞDEM TÜRKER, TEVHİD KEKEÇ 1993 Skepsis kurtarma kazısıdır. V. müze kurtarma kazıları semineridir.
Kazıyı daha sonra yönetenlerin ifadesi şöyle; Baraj gölü altında kalacak olan bölgenin hemen doğu yakasında kalan antik Skepsis kenti bütün bakirliğiyle kurtarıcısını ve gün yüzüne çokmayı beklemektedir.
Evet 1995 yılında CEVAT BAŞARAN, ALİ YALÇIN TAVUKÇU, MUSA TOMBUL'un 1995 yılı Skepsis kent ve nekropolü kurtarma kazısı makaleleri VII.Müze Kurtarma Kazıları Seminerinde yazılmış, aşağıdaki fotograflarla beraber bizleri bilgilendiriyor.
ANTİK TROAS BÖLGESİ ŞEHİRLEŞME
SÜRECİNDE SKEPSİS YERLEŞMESİ
Bu yüksek lisans tez çalışması antik Troas bölgesi dağlık yerleşimlerinden
Skepsis şehri üzerine yoğunlaşır. Genel olarak arkeolojide kıyılarda yer alan şehirler
ile iç bölgelerde yer alan kentler arasında önemli farklılıklar vardır. Bu bakımdan
şehirleşme olgusunun denize uzak dağlık alanlarda nasıl gerçekleştiği konusu
arkeolojik anlamda çok araştırılmış bir konu değildir. Örneğin Antik Troas bölgesi
arkeolojine yönelik çalışmalar genellikle Assos, Parion, Troya, ve Aleksandria Troas
gibi kıyı şehirlerinde sürdürülmektedir. Kıyı şehirlerinin ekonomilerinde denizle
bağlantıları ve buna bağlı olarak şehirleşme yapılarının nasıl geliştiği çok iyi
çalışılmış konular arasında yer almaz. Buna rağmen iç Troas’ta da çok önemli
Skepsis, Kebren ve Neandria gibi şehirlerin varlığı bilinmektedir. Bu tür dağlık
bölgelerde şehirciliğin nasıl geliştiği ve bu tür şehirlerin nasıl güçlü ekonomiye sahip
olduğu çok ilgi çekici konulardır. Bu iç Troas şehirleri arasında Skepsis kenti
özellikle çok önemli bir yer işgal etmektedir. Troas bölgesinde yer alan siyasal
olayların iç Troas yerleşimlerinden Skepsis kenti şehirleşme sürecinde önemli etken
olduğu anlaşılmaktadır. Bu siyasi olaylarla bağlantılı olarak Skepsis şehirleşme
açısından kentin ilk kuruluşundan itibaren farklı aşamalarda geliştiğini
gözlemlemekteyiz. Örneğin M.Ö. 310 yılındaki synoekismos (birleşme) süreci ile
birlikte kentin terk edildiği ve hemen ardından yeniden yerleşildiği, Roma
döneminde ise aşağı şehir olarak adlandırılan ovaya doğru genişlediği bilinmektedir.
Bu konularda yüzey araştırma ve kazılara dayalı bir takım bilgiler mevcuttur. Benzer
bir şekilde antik kaynakların ve kenti ziyarete gelen gezgin veya seyyahların kayıtları
da bu konuda önemli bilgi kaynağı durumundadır. Antik Skepsis ile ilgili yapılacak
bu çalışmanın ortaya koyacağı bulgunun dağlık alanlarda veya kıyıya yakın iç
kesilmede yer alan şehirlerin ekonomilerinin neye dayanarak geliştiğini ve bunun
sonucu olarak şehirleşmeye nasıl yansıdığını anlamaya yardımcı olacaktır
This master’s thesis focuses on the nature of urbanization at the ancient city
of Scepsis in the inner Troad. It is commonly accepted that there were main
differences between the cities located at coastal zones and those situated on areas far
from the coast. It is therefore how did those cities develop in areas located outside
the mainstream of coastal maritime trade networks in ancient times is a curious
question that need to be answered. For example, there are valuable archaeological
studies undertaken at several coastal Troadic cities such as Assos, Parium, Troy, and
Alexandria Troas. The patterns of urbanization in such coastal cities were much
shaped by economic incomes resulted from maritime trade. In contrast, how urban
societies such as Scepsis, Cebren and Neandria evolved in the inner parts of the
Troad remains unknown to us. It seems that the ancient Scepsis is one of the best
examples of cities that may be accepted as evidence to show how an urban society
might have evolved in the hinterland of the Troad. The process of urbanization
observed at the inner Trodic city of Scepsis was shaped by the political events that
occurred in the region. Thee evolution of urbanization at Scepsis can be divided into
different stages on the basis of these political developments after its first foundation.
The city was abandoned in 310 B.C. after the synoecism for Alexandria Troas. The
city was re-settled after a short period of time after the peoples of Scepsis were
granted to return to their home city. The territory of Scepsis seems to have grown in
the Roman period. There is archaeological evidence derived from excavations and
surveys to demonstrate this development at Scepsis. The accounts of ancient authors,
epigraphic sources and modern travelers are also important on this subject. It is
hoped that this study about the ancient city of Scepsis will inform us on the ways
how the cities located in the rough environments far from the coastal zones did
develop and how the economic staregies adopted in these cities affected the process
of urbanization there.
Antik Skepsis (Σκέψις) kenti Troas Bölgesi arkeolojisi içinde önemli bir yere
sahiptir. Şehri önemli kılan sebeplerin başında hiç şüphesiz kıyıya uzak dağlık
ortamlarda şehirlerin nasıl gelişmiş olabileceği konusunda bilgi vermesidir. Skepsis
antik çağ ve sonrası Troas Bölgesi kıyı bölgeleri ile Gediz (Hermos) Nehri vadisi
şehirleri arasındaki bağlantıyı sağlayan ve Skamander (Kara Menderes) nehri
boyunca devam eden önemli bir yol üzerinde yer alan önemli bir tarım ve ticaret
kenti olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle İ.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda Skepsis’in
refah içinde bir kent yaşantısına sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemde Skepsis,
ünlü düşünür Aristo ve Theophrastos’un kütüphanesinin Bergama (antik Pergamon)
ve İskenderiye’ye (Aleksandria) taşınmadan önce saklandığı yer olarak ün salmış bir
yerleşim olarak tarihi kaynaklarda yerini almıştır. Kenti önemli kılan bir diğer unsur
da, İda Dağı (Kaz Dağı) eteklerinde olması ve onunla en yakın olarak ilişkilendirilen
kentler arasında yer almasıdır.
Antik yazılı kaynaklar ve arkeolojik veriler ışığında, Skepsis’in iki ayrı
yerleşimden ibaret olduğunu görmekteyiz: Paleo-Skepsis (Eski Skepsis) ve Skepsis.
Paleo-Skepsis’in lokalizasyonu Aesepos ırmağının kaynağının olduğu yerde, yani İda
Dağı eteklerindeki Tongurlu Köyü yakınında bulunan İkizce Tepesi olarak
düşünülmektedir. Skepsis ise Palae-Skepsis’in yaklaşık 10 km batısında Kurşunlu
Tepesi olarak bilinen doğal bir yükselti ve çevresinde kuruludur (Skepsis’in Paleo-
Skepsis’ten gelenler tarafından kurulduğu araştırmacılarca kabul edilmektedir).
Palae-Skepsis’in Arkaik dönemde iskân gördüğü burada ele geçen arkeolojik
buluntular ve antik kaynaklar ışığında doğrulanmıştır. Burada Klâsik döneme ve
sonrasına ait buluntuların ele geçmeyişi, ayrıca Skepsis’te ele geçen ilk arkeolojik
bulguların Klâsik döneme ait olması bu savı doğrular gibidir. Kurşunlu Tepesi’nin
Palae-Skepsis’ten gelenlerce yerleşim için seçilmesi arkasında yatan ana sebeplerin
başında, şüphesiz Skamander nehri kenarındaki konumu ve bu nehri takip eden
önemli bir kara yolunu kontrol altında tutuyor olması olmalıydı. Çünkü Kurşunlu
2 Tepesi olabildiğince geniş bir alanı gözlem altına alan önemli bir stratejik avantaja
sahiptir (Res. I.1). Arkaik, Klâsik ve Hellenistik Dönemler boyunca genellikle tepe
üzerinde bulunan yerleşim, Roma dönemi ve Geç Antik Çağ boyunca şimdiki baraj
gölü altında kalan, batısındaki ovaya doğru yayılmıştır. Aşağı Şehirde özellikle
doksanlı yıllarda gerçekleştirilen kurtarma kazıları, Roma ve Erken Hıristiyanlık
döneminde önemli kamusal yapıların inşa edildiğine işaret etmektedir.
Res. I.1. Skepsis’in Troas bölgesinde konumunu gösteren harita
Batı Troas Bölgesinin kıyı veya kıyıya yakın şehirlerinin iç bölgelerle
bağlantısı antik çağda büyük olasılıkla Skamander nehir vadisini izleyen bir
karayoluyla gerçekleşiyor olmalıydı. Bu ulaşım ağının en azından Tunç Çağı
başlarından itibaren kullanıldığı bilinmektedir. Skepsis’in bu yol üzerinde önemli bir
stratejik noktada yer alması şehrin üst düzey bir refah seviyesi yakalamasında çok
önemli bir etken olmalıydı. İç Troas bölgesini kıyı Batı Troas’a bağlayan Skamender
nehri vadisini takip eden bu yol dışında Skepsis şehri diğer önemli bir rotasında
3 parçası olmalıydı. Skepsis’in bulunduğu alan aynı zamanda Aesopos nehri kaynağını
oluşturduğundan Troas şehirlerine ulaşan bir yol üzerinde de kilit bir noktada
bulunduğu söylenebilir. Nitekim, bölgenin Pers hakimiyeti sürecinde bu yol önem
arz etmiş olabileceğinden dolayı Skepsis özellikle ön plana çıkmıştır. Skepsis’in
yörenin Pers hâkimiyeti süresince önemli bir idari merkez olması da bununla
bağlantılı olduğu düşünülebilir.
Skepsis şehri çevresinde yer alan bereketli ovaların tarımsal açıdan antik çağ
boyunca iyi bir şekilde değerlendirilmiş olması da sayılabilir. Diğer bir deyişle
Skepsis, bugün Bayramiç ovası olarak adlandırılan alandaki önemli tarım
potansiyelinden etkin biçimde faydalanıyor olmalıydı. Skepsis’in chora’sında kalan
Bayramiç Ovası, özellikle tarımsal alanda bölgenin en önemli gelir kaynağını
oluşturmaktadır. Tahılın, bağcılık ve özellikle elma yetiştiriciliği önemli bir
konumdadır. Skepsis’in bastığı sikkelerde köknar ağacı simgesinin olması bir bakıma
şehrin geçim ekonomisinde ormancılığın ne kadar önemli olduğu hakkında ipucu
sunmaktadır
Antik çağda burada izlenen geçim ekonomisinin büyük oranda bugünküne benzer
olduğu kabul edilebilir. Çam ve köknar ağaçları açısından oldukça zengin olan İda
Dağı’nın birçok Troas kentine Bronz çağından beri kaynak sağladığı kabul
edilmektedir. Skamander nehrinin ise tomruk taşımacılığında kullanılmış olabileceği
yönünde önemli bir yaklaşım mevcuttur (Korfmann 2004: 427; Körpe ve Yavuz
2007: 21). Ünlü ozan Homeros’un İlyada (XXIII.110-126) destanında Akhalı
komutan Patroklos’un ölümü ardından yakılması için gerekli olan meşe odunların Ida
Dağından getirdiğini aktarması bu dönemde Ida Dağı ve ağaç potansiyelini
vurgulaması açısından önemlidir (Mark 2005: 1978). Benzer şekilde İ.Ö. 5. yüzyılda
eserlerini vermiş Ksenophon’dan Pers satrapı Pharnazabos’un Ida dağı
kerestelerinden yeni gemiler inşa edilmesini emrettiğini biliyoruz (Hellenika I.1.24-
25). Bu bakımdan, Skepsis’in bugün Kurşunlu Tepesi olarak bilinen yerde
kurulmasının altında yatan sebeplerin başında şehrin etrafında (chora) bulunan tarım
uygun toprakların ve Şehrin eteklerinde bulunduğu Ida Dağının zenginliklerin önemli
rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Roma Dönemi’ne ait bir Skepsis sikkesi üzerinde Üç Güzeller yarışması
betimi. Sağ tarafta İda Dağı üzerinde yargısını açıklayan Paris görülmekte
Yunan mitolojisinin en önemli sembollerinden biri olan İda Dağı ile Skepsis
şehri ile neredeyse özdeşleşmiştir: Yunan mitolojisinde Troia savaşlarının
başlamasındaki etken olan olaylar arasında “Üç Güzeller Yarışması”/“Paris’in
Yargısı” sayılmaktadır. İda Dağı’nda gerçekleştiğine inanılan bu olay, antik çağ
boyunca zaman zaman Skepsis şehri ile birlikte anıldığına dair arkeolojik veriler
mevcuttur. Örneğin İ.S. 2. ve 3. yüzyıl tarihli bazı Roma dönemi Skepsis
sikkelerinde de Troa Yavaşlarının başlamasında etken rol oynayan bu mitolojik konu
yer yer karşımıza çıkmaktadır İda Dağı veya İç Troas Bölgesi denildiği
zaman akla gelen ilk şehirlerden birisi Skepsis’tir.
II. ANTİK SKEPSİS KENTİ
İç Troas Bölgesinin önemli kentlerinden sayılan Skepsis hakkındaki
arkeolojik bilgiler genel olarak beş farklı başlık altında toplanabilir. Özellikle antik
yazarların eserleri Skepsis şehrinin tarihçesi ve yaşadığı siyasal olaylar hakkında
önemli bilgiler sunar. Skepsis ve diğer Troas şehirlerinde ele geçen bazı epigrafik
belgeler de, Skepsis yerleşiminin sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları konusunda
ilgi çekici bilgiler ortaya koymaktadır. Ayrıca, kentteki önemli siyasal olaylar
konusunda da yeni değerlendirmeler yapmamıza ve bunları mevcut arkeolojik
bilgilerle karşılaştırmamıza olanak sağlamaktadır. Antik yazarların eserleri ve
epigrafik belgeler dışında, Skepsis ve yöresine 18. yüzyıldan itibaren gelen
gezginlerin notlarında da şehir ile ilgili ilgi çekici bilgiler bulmaktayız. Bunlar
özellikle günümüze ulaşamayan arkeolojik kalıntıları tanımlamamamıza önemli katkı
sağlamaktadır. 19. yüzyılda Calvert’in burada yaptığı kazılar ile doksanlı yıllarda
Skepsis-Aşağı Şehir’de yapılan kurtarma kazıları, yine Skepsis şehri konusunda
değerlendirmeler yapmamıza imkân sağlamaktadır. Son olarak, yüzey araştırmaları
sonucu elde edilen arkeolojik veriler ile şehir topografyası göz önüne alınmak
suretiyle, mevcut mimari kalıntılar da önemlidir. Antik yazarlar, epigrafik kaynaklar,
gezgin notları, arkeolojik kazılar ve yüzey araştırmalarından oluşan beş önemli veri
grubunun değerlendirilmesi sonucu Skepsis şehri hakkında önemli bilgiler ortaya
konulması umulmaktadır.
II.1. Antik Yazarlara Göre Skepsis
İ.Ö. 8. yüzyıl sonlarında yaşadığına inanılan ve Troas Bölgesi konusunda
önemli bir kaynak olan Homeros’un ünlü İlyada destanında Skepsis adı hiç geçmez.
Fakat Skepsis’in de içinde bulunduğu İda Dağı etekleri hakkında kısa ama oldukça
önemli sayılabilecek bir bilgi ile karşılaşılır: Homeros, İda Dağı eteklerinde “ovadaki
kutsal İlion daha kurulmadan önce, Dardanos tarafından kurulan Dardanie şehrinin
kurulduğu ve Dardanie’lilerin de bol pınarlı İda’nın eteklerinde yaşadıklarından”
bahsetmektedir (İlyada, XX.215). Buna rağmen, Skepsis antik kenti ile ilgili en
önemli bilgileri daha çok İ.Ö. 5. yüzyıl sonu ve 4. yüzyıl başlarında yaşamış tarihçi
Ksenophon ile İ.Ö. 1. yüzyılda yaşamış coğrafyacı Strabon’dan almaktayız. Bu
açıdan Ksenophon kentin klasik dönem tarihi hakkında bize önemli bilgiler
sunarken; Strabon, hem Skepsis’in konumlandırılması hem de kentin Hellenistik
tarihi hakkında önemli bilgiler sunar. İlk önce kentin konumu ve kurulusu ile ilgili
bilgiler i vermekte fayda vardır.
Her ne kadar Skylaks Skepsis’i Aeol sahil kentleri arasında sıralamaktaysa da
(Ps.-Skylaks, 20) , basta Strabon olmak üzere antik kaynaklar ve arkeolojik veriler,
Skepsis’in iç bölgelerde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bununla beraber
Strabon’un verdiği bilgiler de çelişkilidir. Sözgelişi, Strabon eserinin bir bölümünde
(XIII 602-603) Skepsis’i Aesepos Deresi vadisine, diğer bir bölümünde de
Skamandros vadisine (XIII 596) yerleştirmektedir. Bu yüzden birçok araştırmacı
(örneğin H. Kiepert), Skepsis’i yanlış yerde lokalize etmiştir.
Strabon, Paleo-Skepsis’in Kebren’nin yukarısında, İda Dağının en yüksek
kısmında, Polikhna’nın hemen yanında olduğunu ve Aeneias’ın oğlu Askanios ve
Hektor’un oğlu Skamandros tarafından kurulduğunu aktarır. Strabon, Aeneas ve
Hektor soyundan gelen ailelerin uzun süre yönetimi ellerinde tuttuklarını da
söylemektedir. Strabon’dan ayrıca kentin ismi ve neden bu alanın yerleşim seçildiği
konusunda da bilgi alıyoruz. Her yönden görülmesini sağlayan bir yükseklikte
oluşundan dolayı bu yerleşim yerine Yunancada “manzara, temaşa” anlamına gelen
Skepsis adı verilmiştir (Strabon, XIII, 607). Strabon verdiği bu bilgiler, kentin
kuruluşunun Troia Savaşı dönemine kadar indiğine işaret etmektedir.
Strabon'un aktardıklarından, kentin Yunanlıların Troas'a gelmesinden önce
yerli halklar tarafından kurulduğu anlaşılmaktadır (Leaf 1923a: 273). Strabon, tarih
vermeden Miletosluların Skepsis'e yerleştiğini ve ardından kentte demokrasinin tesis
edildiğini sözlerine eklemektedir (Strabon XIV, 635). Öte yandan numizmatik
kanıtlar, Miletosluların bölgeye gelmesinden önce Aiollerin Skepsis'e yerleştiklerini
göstermektedir. Çünkü M.Ö. 5. yüzyıl sikkelerindeki yazıtlar Aeol lehçesiyle
SKAPSION olarak yazılmış iken yüzyılın sonlarında bu îon lehçesiyle yazılmış
SKEPSION olarak karşımıza çıkmaktadır (Akalın 1990: 29). Bu bağlamda "Ψ"
formunun Arkaik bir kullanım olduğunu ve Skepsis dışında genellikle Sicilya
adasında Selinus sikkelerinde de karşımıza çıktığından bahsetmek gerekir. Bu özellik
ilk kez 19. yüzyıl başlarında Troas'ı ziyaret eden James Rennel (1814: 127)
tarafından ifade edilmiştir. Benzer bir şekilde Walter Leaf de M.Ö. 5. yüzyılda
Skepsis'in Aeol karakterini kaybedip İon karakteri kazandığını aktarmaktadır. Leaf,
bunun Özellikle Miletos'un 495 sonrası bölgeye verdiği göçlerden kaynaklandığı
ifade eder (Leaf 1923b: 273).
Yukarda bahsedilen sikkeler Miletos gocunun tarihi hakkında da ipuçları
vermektedirler. Ünlü numizmat Head üzerinde Aeol lehçesi bulunan en eski sikkeleri
MO 460-400 yılları arasına tarihlemektedir (Head HN 2: 548).1 Leaf, bu bilgilere
dayanarak, Miletos’un Ionya isyanının sonunda Persler tarafından ele
geçirilmesinden sonra bazı Milet’lilerin 495/4 tarihinde Skepsis’e geldiklerini ileri
sürmektedir (Leaf 1923a: 275; 1923b: 272). İlaveten, İon takvimi kullanan Skepsis’te
bulunan bir kurşun madalyon, kentin İonya ile olan tarihi ve dini bağları hakkında
ipucu verir (Körpe ve Körpe 2001). Doğu sanatı özellikleri gösteren ve benzer
örneklerini Khios, Samos ve Ephesos’tan da bildiğimiz bu kurşun madalyon
olasılıkla bir kutsal alanda veya tapınağa adak olarak adanmış olmalıydı. Bu tekil
örnek Skepsis’te Arkaik dönemin varlığı konusunda bize veren ilgi çekici bir
arkeolojik veridir.
Troas'in ic bölgeleri İ.Ö. 460'larda Pers hâkimiyeti altında idi. Zira Athenaios,
İ.Ö 464 yılında Perslerle işbirliğinden suçundan ölüm cezasına çarptırılan
Themistokles'e Pers kralı Artakserkses tarafından şarabı için Lampsakos, ekmeği için
Magnesia, eti için Myus, yatağı için Perkote ve giysileri için de Palae-skepsis
(Skepsis) hediye olarak verildiğini söylemektedir (Athenaios, Deipnosophistai 1,54).
Ancak Troas'in bu İç bölgesinin kısa bir sure sonra Attika Delos Birliği'ne dâhil
olduğu anlaşılmaktadır. Zira Skepsis, komşusu Kebren gibi Attika Delos Birliği'ne
1 M.Ö. 480 ve 450 yılları arasında ön yüzünde koşan at veya yarım at tasvirlerinin arka yüzünde ise
ağaç veya asma tasvirlerinin bulunduğu iki değişik tipte sikkeler basmıştır. M.Ö. 460 ile 400 arası
basılan sikkelerin ise ön yüzünde ise Pegasus, arka yüzünde ise palmiye ağacı bulunmaktadır. Skepsis
M.Ö. 460 yılından itibaren Khios standartları kullanmaya başlamıştır.
katılmış ve birliğe vergi ödemiştir. Î.Ö. 454- 451, 446-440 yıllarına tarihlenen ve
birliğe ödeme yapan şehirlerin adlarını içeren kitabelere göre Skepsis, birliğe yıllık 1
talantos katkıda bulunmaktaydı (IG ı 260.8.4; IG ı 261.4.27; IG ı 271.2.3; IG ı
71.3.65; Leaf 1923a: 274). Bu vergi miktarının 3 talent ödeyen komşusu Kebrene ile
kıyaslandığında ilk bakışta düşük olduğu gözlemlenmektedir. Bu listede Skepsis'i
Troas bölgesinde yüksek oranda vergi ödeyen şehirlerin arasında olmaması şehre
tanınan özel imtiyazla açıklanabilir.
Yukarıda da söz edildiği gibi, Skepsis hakkındaki ilk bilgileri Ksenophon’un
Hellenika adlı eserinde öğrenmekteyiz. Ksenophon, dönemin siyasal ve tarihsel
olaylarını anlatırken Skepsis’ten sıkça bahsetmektedir. İ.Ö. 5. yüzyıl sonunda Aeolya
bölgesinin içinde Skepsis’in de yer aldığı kısımlarının Pers satrabı Pharnazabos’a ait
olduğunu ve onun adına bu bölgeyi Dardanos’lu Zenis’in yönettiğinden bahseder.
Zenis’in hastalanıp ölmesinin ardından, satrap Pharnabazos yönetimi Mania’ya verir.
İ.Ö. 399 yılında damadı Meidias tarafından öldürülünceye kadar Skepsis’te önemli
bir yönetim başarısı gösteren Mania, Skepsis’in bu dönemde önemli bir refah
düzeyine ulaşmasını sağlamıştır. Skepsisliler’in Mania’nın öldürülüşünü hoş
karşılamadığı ve Meidias’ı benimsemediği Ksenophon’da açık bir dille ifade
edilmektedir. Skepsis halkı Meidias’tan memnun olmadığından Sparta’lılardan
yardım istenir. Sparta’lı komutan Derkylidas’ın gelişiyle Meidias yönetimi sona erer.
Bu konuyla ilgili olarak Ksenophon şu ifadeleri kullanır (III.20-21):
Her an Mania’nın öcünü almak için Pharnabazos’un geleceğinden korkan
Meidias, elçiler göndererek Derkylidas ile görüşmek ister. Derkylidas
müttefik kentlerden birer rehineyi Meidias’a gönderir ve hangisini isterse
alıkoymasını söyler. On rehine alıkoyduktan sonra Meidias, kentin dışına
Derkylidas bulunduğu yere görüşme yapmak için gelir, Derkylidas’a hangi
koşullar da kendisi ile ittifak yapabileceğini sorar, Derkylidas da şehir
halkını özgür ve özerk bırakmasını söylerken ordusu ile birlikte Skepsis’e
doğru yoluna devam eder. Skepsis’in kapısından içeri girer, Meidias
Derkylidas’ın kente girmesine engel olamayacağını bildiğinden sesini
çıkarmamıştır. Derkylidas kente girer girmez doğruca akropoldeki Athena
Tapınağı’na çıkarak kurbanlar keser, buradaki Meidias’ın muhafızlarını
çıkararak kenti vatandaşlara devredip, özgür insanlara yaraşır şekilde
devleti yönetmelerini istedi sonra ordusunu Gergis’e doğru sevk etti.
MÖ. 5. yüzyılın sonlarında Skepsis'te Athena, Zeus ve Dionysos kültlerinin
var olduğu {Hellenika 3.1.21) ve kentin etrafının görkemli savunma duvarlarıyla
çevrili olduğu {Hellenika 3.1.15) Ksenophon'un verdiği değerli bilgilerden
anlaşılmaktadır. Bu bilgilerden Dionysoz kültüt ile ilgili olan bilgileri Skeopsis'te ele
geçen M.Ö. 4. yüzyıl veya 3. yüzyıla ait olabilecek bir diğer yazıt doğrular gibidir.
Bu yazıtta Dionysos Bambouleios rahipliği ve törenleri için düzenlemeler ifade
edilmektedir (Wilhelm 1900: 54-57; Leaf 1923: 273; Robert 1966: 511).
İ.Ö. 387'deki Kral Barışı ile Persler Anadolu'daki hâkimiyetleri nihayet
tanindi. İ.Ö. 4. yüzyılda yaşamış unlu Atinalı hatip Demosthenes, İ.Ö. 360 yılında
paralı asker Kharidemos'un İlion ve Kebren yanında Skepsis'i de ele geçirdiğini
bildirir. (Deraosthenes XXIII, 154). Kharidemos hedefi buyuk bir olasılıkla, tıpkı
Assoslu banker Eubolos ve onun ardılı Hermias, Sigeion'da Khares'in yaptığı gibi,
bölgede özerk bir dynesteia kurmak idi.
İ.Ö. 334 yılında Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişi ve Troas bölgesinde
Perslilerle yaptığı Granikos savaşı ardından bölgede yeni bir dönem başlamıştır.
M.Ö. 314 ve 311 yılları arasında Büyük İskender'in en güçlü generallerinden
Antigonos Monophtalmos ile Ptolemaios, Lysimakhos ve Kassandros arasında
önemli bir savaş gerçekleşmiştir (Ruzicka 1997: 132; Austin 2006: 84-86). Büyük
İskender'in generallerinden Lysimakhos'un daha önce Antigonos Monophtalmos
tarafından kurulan ve adı "Antigonia" olan kente önem kazandırmak için Skepsis,
Hamaksitos, Neandria, Larisa, Kolonai ve Kebren şehirleri halklarını buraya göç
ettirir ve Antigonia adını Aleksandria Troas olarak değiştirir (Strabon XIII» 89, 94;
Cohen 1995, 145-8)(Cohen 1995). Arkeoloji literatüründe "Skepsis Yazıtları" olarak
bilinen yazıt biran önce huzurlu bir barış ortamı sağlamak isteyen Antigonos'un
Yunan şehirlerine gönderdiği mektubu içermektedir ve şehir hakkında önemli bilgiler
sunar. Skepsis halkına hitaben yazılan bu yazıya karşılık Skepsis halkı (demos) da
Antigonos'un bu davranışına karşılık vermek için onlar da bir yazıt ile onu
onurlandırırlar. Bu iki yazıt Skepsis akropolünde bulunan Athena tapmağına
yerleştirilir (Munro 1889: 337). Antigonos onuruna bir kutsal alan inşa etme ve
festival düzenleme kararı alan Skepsis halkı bunu birer thysia, agon, stephanephoria
ve panegyris ile gerçekleştirirler. Munro'nun bu iki yazıtı Skepsis'e yaptığı gezi
sırasında köylülerin elinde belgelemesi ve bu iki yazıta ait parçaların akropolde ele
geçmesi bunların Athena tapınağına adanmış yazıtlar olduğunu göstermektedir.
Bu birleşmeden (synoikismos) memnun olamayan Skepsis halkı 9 yıllık bir
süre ardından Lysimakhos'tan izin alarak M.Ö. 301 yılında şehirlerine geri
dönerler. Strabon, bu hususta şu bilgileri aktarır: "...Kebrene'nin Skepsis topraklarına
kadar uzandığı tezahür edilebilir. Aralarından akan Skamandros sınırdır. Antigonos
her iki halkı da şimdiki Alaksandria Troas'a vaktiyle Antigoneia olarak adlandırılan
kente iskân edinceye kadar, Kebreneliler ve Skepsisliler birbirleri ile daima düşman
ve savaş halinde idiler. Şimdi Aleksandria'da Kebreneliler kalmamış ve Skepsisliler
ise, Lysimakhoshos'un izniyle ana yurtlarına dönmüşlerdir." (Strabon, XIII, 597).
1950 yılında araştırma için Skepsİs'e gelen J.M Cook burada tespit edilen iki
adet yazıttan Helenistik dönem tarihli olanı önemlidir (Cook 1974: 346, 399, no. 13).
Bu yazıtta erken olanı bir kabileye Skepsis vatandaşlık hakkı verilmesi ile ilgilidir.
Yine bu yazıtta Burada Ksenophon'dan M.Ö. 399 yılında ve M.Ö. 310 tarihli Skepsis
Yazıtından varlığını bildiğimiz Athena tapınağının tekrar bahsedilmesi ilgi çekicidir.
Hellenistik dönemde Skepsis, Athena İlias tapınağı merkezli birliğin üyesi
oldu (Strabo 13.1.54; Leaf 1923a:280-281; 1923b: 281-283). Bu dönemde bölgenin
önde gelen entelektüel merkezlerden biri olan kent birçok filozofu buraya çektiği
gibi, kendisi de önemli düşünürler yetiştirmiştir. Strabon'un aktardığına göre
"Troya'lı Kuvvetlerin Sevk ve İdaresi' kitabının yazarı, gramerci Demetrios da
Skepsisli olup Krates ve Aristarkhhos'la yaklaşık aynı zamanda doğmuştur. Ondan
sonra, Önce filozof olan ve sonradan politik hayata atılan Metrodoros vardır. Bu kişi
kitaplarında retorik öğretmiştir ve çok yeni bir üslup kullanarak pek çok kişiyi
kendisine hayran bırakmıştır. Fakir bir adam olmasına karşın ünü nedeni ile
Khalkedon da parlak bir evlilik yapmayı başarmış ve bundan sonra Khalkedon'lu
olarak anılmıştır." (Strabon, XIII, 610). Strabon ayrıca Theophratos'un kitaplarının
Skepsis'e getirilişini de anlatmıştır:
“Skepsis’den, Erastos, Koriskos ve Koriskos’un oğlu Neleus gibi Sokratik
filozoflar çıkmıştır. Bu sonuncusu Aristoteles ve Theophrastos’un
örgencisi idi. Theophrastos’un kitaplığı miras olarak Neleos’a kaldı ve
bunlar arasında Aristoteles’in kitapları da bulunuyordu. Çünkü Aristoteles
okulunu ve kitaplarını Theophrastos’a vasiyet etmişti ve bildiğim
kadarıyla bu adam kitap toplayan ve Mısır’da krallara bir kitaplığın nasıl
düzenleneceğini ilk öğreten kişidir. İşte bu Theophrastos kitaplarını
Neleos’a bırakmıştır. Neleos kitaplığı Skepsis’e götürmüş ve mirasçılarına
vasiyet etmiştir. Bunlar alelade insanlar oldukları için bir yere kapatmışlar
ve özenle korumamışlardır. Kentlerinin bağlı bulunduğu Attaloslar
Hanedanı krallarının Pergamon Kitaplığı’nı kurabilmek için ne kadar
büyük bir istekle kitap aradıklarını duyduklarında, onları toprağa bir çukur
açarak gömdüler. Fakat çok sonra güve ve rutubet nedeniyle tahrip olunca,
onlardan sonra gelenler bu kitapları, yani Aristoteles Theophrastos’un
kitaplarını büyük bir para karşılığında (M.Ö. 1. yüzyılda) Teoslu
Apellikon’a sattılar. Fakat Apellikon filozoftan ziyade bir kitapseverdi ve
bu nedenle kitapların yenmiş olan kısımlarını yenileme amacıyla eksik
kısımları yanlış bir şekilde tamamlatmak suretiyle, hatalı kopyalar
meydana getirdi. Sonuçta Theophrastos’dan gelmiş olan eski peripatetikler
ekolünün orijinal kitapları yok olmuş ve geriye sadece hatalı ve kolay
anlaşılır yapıtlar kalmıştır. Bu nedenle pratik olarak hiç bir şeyin bu açıdan
felsefesi yapılamamış ve yalnızca basit konular abartılarak konuşulmuştur.
Daha sonra Aristoteles’in kitapları ortaya çıktığında onların doğrultusunda
filozofça tartışmalar yapılabilmişse de, çoğaltma sırasında meydana gelen
kitaplardaki bazı hatalar nedeniyle yine de olasılıklar üzerine konuşulmak
zorunda kalınmıştır. Roma’nın da bu yanlışlıkların yayılmasında çok
büyük katkısı olmuştur. Çünkü Apellikon’un ölümünden hemen sonra,
Atina’yı zapt eden Sulla, kitaplığı Roma’ya taşıdı. Orada Aristoteles’den
hoşlanan gramerci Tyrannion, kütüphanecinin yüzüne gülerek onu elde
etti ve bu kitaplardan yararlandı. Bazı kitapçılarda aynı şeyi yaptılar. Fakat
kötü kopyacılar kullandılar ve yazılan metinleri kontrol etmediler.”
(Strabon, XIII, 609).
Strabon'un aktardıkları göz Önüne alındığında Helenistik dönemde özellikle
Pergamon merkezli Attalos hanedanlığı döneminde Skepsis'in önemli bir felsefe ve
öğrenme merkezi olduğunu göstermektedir (Strabon XIII, 609). Skepsis'in Helenistik
dönemin ünlü kültür merkezi Pergamon Krallığı etkisinde olması coğrafî
konumundan kaynaklanıyor olmalıydı.
İ.S. 1. yüzyılda yaşamış Plinius'un Naturalis Historia (V, 122) adlı eserinde
verdiği bilgiye göre Astyra, Khrysa, Palae-Skepsis, Gergitha, Neandria yerleşmeleri
yok olmuşlardır; ancak Skepsis hala varlığını sürdürmektedir. Fakat Skepsis'in Roma
dönemindeki varlığı konusunda Strabon dışında Roma yazılı kaynaklarının eksik
olması ilgi çekicidir.
Kentin adının Erken Hıristiyanlık döneminde kentin adının St. Cornelius olarak
değiştirildiğini biliyoruz. Roma döneminde bir ordu komutanı (centuriori) olan St.
Cornelius'un Hıristiyanlığa geçerek din değiştirmiş olduğunu ve ardından bu
dönemde Skepsis'in ilk piskopos'u olduğunu bilmekteyiz. İ.S. 431 yılındaki Efes
konsülüne Skepsis piskoposu olarak Athanasius'un katılması şehrin bu dönemde de
önemini sürdürdüğüne işaret etmektedir. Athanasius daha sonra Skepsis
piskoposluğundan Troas piskoposluğuna terfi edildiği tarihi bilgisi tarihi kaynaklarda
mevcuttur (Ramsay 1890: 161-166). Fakat İ.Ö. 787 yılındaki Nicaea konsülünde
temsil edilmeyen kentin bu tarihte artık var olmadığı düşünülür (Schultze 1926: 329;
Chifarl993).
II. 3. Gezgin Kayıtlarında Skepsis
Antik Çağ dünyasında önemli bir yer tutan Skepsis, özellikle 18. yüzyıl
başından itibaren bölgeye gelen gezginlerin dikkatini çekmiştir. 1767 yılında Troas
bölgesinde araştırma yapan Richard Pococke “A Description of the East and Some
other Countries (1743–45)” adlı eserinde ilk defa Skepsis’ten söz eder: Skepsis ve
Palae-Skepsis’in yerinin Çığrı Dağı üzerinde bulunduğunu yazar (Pococke 1743–45:
102). 1801 yılında asıl amacı Kaz Dağındaki eski maden yataklarını araştırmak olan
İngiliz maden mühendisi Edward Daniel Clarke, Kazdağı eteklerinde ve Skepsis’in
bulunduğu Kurşunlu Tepe’de 1801 yılında araştırmalarda bulunarak, Skepsis’i
Skamander Nehrinin kuzey yanında, Andeira, Pionia ve Gargara yolunun üzerinde
lokalize etmektedir. Clarke, Kurşunlu Tepe’de yüz adet blok taştan oluşan bir duvar
kalıntısı bulunan, Dor düzeninde yapılmış bir tapınağa ait kalıntılardan ve başka
mimari kalıntılardan bahsetmektedir (Clarke 1812). William Martin Leake ise
Journal of a Tour in Asia Minor (1824) adlı eserinde bölgedeki araştırmalarında
Skepsis’in Aesepos vadisinde olduğunu belirterek, Strabon ile aynı görüşü paylaşır.
19. yüzyıl başlarında bölgeye gelen bir çok araştırmacı Skepsis şehrinin
varlığından bahsetse bile şehri tam olarak lokalize etmekte güçlük çektiklerini ve
Strabon'un eserine dayanarak Skepsis'i İda Dağı üzerinde bir şehir olarak
yorumladıklarım biliyoruz. Örneğin James Rennel. Observations on the Topography
ofîhe Plain of Troy (1814) adlı eserinde Skepsis'i Koylos veya Gargara tarafında
lokalize etmiştir. Strabon Skepsis'in Palaeskepsis'in hangi yönüne doğru 60 stadia
uzaklıkta olduğunu söylemediğinden dolayı James Rennel Skepsis'i lokalize etmeyi
başaramamıştır. Benzer bir şekilde 1809 ve 1810 yıllarında bölgeye gelen J.C.
Hobhouse (1817: 197, dipnot 607) da yazdığı eserinde bugün Skepsis'in
kaybolduğunu yerinin tam olarak nerede olduğunun bilinmediğini ve lokalize
etmenin güç olduğunu belirtir.
Res. ILI. Skepsis lokalizayonunda önemli rol oynayan Frank Calvert
1860 yılında Çanakkale'de bulunan İngiliz Konsolos Frank Calvert,
Çanakkale'de 38 adet antik yerleşim alanında kaçak kazılar yaptığı gibi, Kurşunlu
Tepe'de bulunan bu antik yerleşimde de incelemelerde bulunur. Akropolde yaptığı
kazılar sonucunda elde ettiği sikkelerden burasının Skepsis antik yerleşimi olduğunu
söyler. Ayrıca yine bu alanlarda çok sayıda Hellenistik Döneme tarihlenen kaplar ile
pişmiş toprak fıgürinleri gün yüzüne çıkarmıştır. Bu eserlerden oluşan
koleksiyonunun bir kısmı bugün hâlâ Çanakkale Arkeoloji Müzesi'nde
bulunmaktadır (Calvert 1865: 53).
1880 yıllarda burada araştırmalarda bulunan Robert P. Pullan, Kurşunlu
Tepe'de yaptığı araştırmalarda, küçük bir tapınağa ait iki kırık parçayı in situ olarak
belgelemiştir. Burada bulduğu 30-40 kadar sikkenin yarısından çoğunun Skepsis
sikkeleri olup; Calvert'in de belirttiği gibi, Kurşunlu Tepe'nin Skepsis antik kenti
olduğunu savunur (Pullan 1915: 32). Bu bakımdan Frank Calvert'in ardından Robert
P. Pullan'ın burada yaptığı araştırmalar Skepsis şehrinin lokalizayonu sorununu
çözen önemli bir çalışma olarak literatürde yerini almıştır.
Yine bu tarihlerde Troia’da kazılar yapmakta olan H Schliemann, 1881 ve
1882 yıllarında Bayramiç ve Kurşunlu Tepe’de de incelemelerde bulunup, sondajlar
açmıştır (bkz. Schliemann 1881 ve 1882). Kurşunlu Tepe’deki kalıntıları
inceleyerek, burayı Dardania olarak tanımlar; kalıntıların etrafını çevreleyen 280 cm
yüksekliğinde ve iri blok taşlarla örülmüş bir sur duvarının bulunduğunu belirtir.
Taşların iç ve dış yüzlerinin düzeltilmiş olduğunu, orta bölümlerinin ise moloz
taşlarla doldurulmuş olduğunu yazar; ve, savunma duvarlarının bir de krokisini çizer.
Ayrıca, akropolün üst kısmında 3 x 180 cm ebatlarında başka bir yapıdan da
bahseder. Schliemann, Calvert’in Skepsis olarak bahsetmiş olduğu Kurşunlu
Tepe’nin Palaeskepsis; bugünkü Bayramiç ilçesinin bulunduğu alanın ise Skepsis
olduğunu söylemiştir.
Eduard Meyer ise bölgeyi daha çok topografya açısından olarak inceleyerek,
Skepsis’in bulunduğu yerin, Strabon’un bilgilerine dayanarak, Aesepos Vadisinde
olamayacağını, Skamander Vadisinde, bölgenin ana giriş kapısı konumunda
olduğunu, yakınında Gergis ve Kebren gibi büyük kentlerin bulunduğunu vurgular.
Heinrich Kiepert, Strabon’un anlattıklarına dayanarak bölgenin bir haritasını çıkarır,
ve Paleoskepsis’i Aesepos kenarında gösterir.
1896 yılında bölgede geniş çaplı bir araştırma yapan Walther Judeich
Kurşunlu Tepe’nin Skepsis kenti olduğuna açıklık getirir. Judeich bir araştırma
gurubu ile Skepsis’i ziyaret etmesi ardından yazdığı Bericht über eine Reise im
nordwestlichen Kleinasien (1898) adlı eserinde Kurşunlu Tepe’de bulunan tapınağı
görür ve Kurşunlu Tepe’nin güneydoğusunda bulunan köylerin evlerindeki
duvarlarda, Kurşunlu tepedeki yapılardan getirilmiş mimari parçaların
kullanıldığından bahsetmektedir. Bu parçalar arasında bulmuş olduğu iki kitabeye
dayanarak burasının Skepsis olduğuna katılarak Kiepert’in yapmış olduğu haritaya
itiraz ederler ve kendilerince ilavelerde bulunurlar (Judeich 1898: 231-240). 1899
yılında J.A.R. Munro bölgeyi ziyaretinde, Judeich’in bahsetmiş olduğu kitabeyi
gördüğünü, bunlardan birisinin Antigonos’un Skepsis halkına yazmış olduğu mektup
olduğunu belirterek. Bayramiç de daha incelenmesi gereken çok kitabe
bulunduğundan bahsetmektedir (Munro 1899: 330).
Yukarıda da belirtildiği gibi Bayramiç yakınlarındaki Kurşunlu Tepe'de
önemli bir antik Yunan kentinin var olduğu 18. yüzyıldan beri bilinmekteydi.
Bölgeyi ziyaret eden Avrupalı seyyahlar, buraya ya Skamandri, ya da
Paleoskepsis'i yerleştirmişlerdi (Leaf 1923b: 269). Ancak İngiliz mimar Pullan,
bölgeyi ziyaret ettiğinde burada bulunan sikkelerin çoğunlukla Skepsis tarafından
darp edildiğine dikkat çekmiş ve Skepsis'in Kurşunlu Tepe'de olması gerektiğini
söylemiştir. Frank Calvert ve Thatcher Frank da Pullan'in tezini kabul etmişlerdir
(Leaf 1923b: 270). Nihayet unlu Alman araştırmacı Walter Judeich, Kurşunlu
Tepe'yi ziyaret ettiğinde burada Skepsis'e ait bir kitabe bulmuş ve Skepsis'in
Kurşunlu'da olduğu kesinlik kazanmıştır (Judeich 1898: 225vd). Benzer şekilde
Skamender Vadisinde bulunan Kurşunlu Tepenin Skepsis olduğu tezini ilk kabul
eden araştırmacılardan biri de Fredrerick William Hasluck'tur (Hasluck 1910: 111).
Walter Leaf, Skepsis ve Kazdağı eteklerinde araştırmalar yapan diğer önemli
araştırmacıdır. Skepsis’i daha önce inceleyen araştırmacıların görüşlerini yorumlar
ve makalesinde Strabon’un anlatımında Skepsis’le ilgili çelişkiler bulunduğundan
bahsetmektedir. Skepsis ile Kebrene toprakları arasında, antik Skamender Nehrinin
sınır olduğunu belirterek; Skepsis’in birçok yolun kesiştiği Kara Menderes Vadisine
hâkim bir yerde bulunduğunu yazmıştır. Skepsis’in bulunduğu Kurşunlu Tepe, 500
ayak yükseklikte oluşu ile Troas bölgesine tam hâkim bir noktada bulunmaktadır.
Sadece Troas Bölgesine değil aynı zamanda, nehir boyunca doğu’ya doğru giden yol,
İda Dağı’nın kuzeyinde bulunan Avunya Ovasına da hâkim bir durumdadır. Aynı
zamanda Kurşunlu Tepe’nin güneyine doğru giderek, Edremit ve Antandros’a doğru
inen yolların başında olması ile de İda dağının güney eteklerinde bulunan kentler için
de hakim bir durumda olduğunu belirtir. Kurşunlu Tepe’de yalnızca toprak
seviyesinde izlenebilen yapılara ait temel kalıntılarının bulunduğunu, yapıların
çoğunun 1793 yılında Bayramiç’te hüküm süren Hadımoğulları tarafından
Bayramiç’teki yapıların inşasında kullanıldığını ve bu tarihten önce Assos harabeleri
kadar heybetli bir görünüme sahip olduğunu anlatmaktadır. İda Dağı’nın jeolojik
yapısından ve eteklerinde oldukça önemli madenlerin olduğundan da söz eder.
William M. Ramsay The Historical Geography of Asia Minor (1890) adlı
eserinde Skepsis’in Bizans Çağı hakkında bilgiler verir. Skepsis’in Hıristiyanlık
zamanında adının ‘’Ayios Koernksos’’ olduğunu belirtir. Ramsay Calvert’in Skepsis
hakkındaki görüşlerin tamamına da katıldığını belirtmektedir. Bu adın İncil’den
esinlenilerek Centurio Cornelius tarafından verilmiş olduğunu belirtir. Ayrıca
Skepsis’in adı İ.S. 431’de Piskopos Athanios ve Efes’li ruhaniler meclisi ‘’Ayraç
Koernalos’’ olduğu belirtilmektedir. Calvert, Kurşunlu Tepe’de bulduğu sikkeler
vasıtası ile Skepsis’in yerini ilk keşfeden araştırmacı olduğunu söylemektedir.
Ramsay’ın yanı sıra, Skepsis’in Hıristiyanlık Döneminde Piskoposluk
merkezi olduğundan bahseden bir diğer araştırmacı da A.D. Mordtmann’dır
(Mordtmann 1972: 32). V. Schultze ise 1920 yılında Troas bölgesinde araştırmalarda
bulunur ve izlenimlerini yayınladığı kitapta Skepsis’ten de bahseder. Skepsis, İç
Troas Bölgesi içinde yer almaktadır, esas Skepsis’in Palae-Skepsis olduğunu bunun
belki de doğudaki dağların içlerinde olduğunu ileri sürmektedir. Skepsis’in Bizans
döneminde Piskoposluk merkezi olarak kaynaklarda geçmesine rağmen herhangi bir
kilise izine rastlamadığını belirtmektedir (Schultze 1922: 391).
Walter Leaf’in belirttiği gibi Clarke (1812) eserinde 200 yıl önce şehir
harabelerinin ayakta olduğunu, fakat 18. yüzyıl sonlarında Osman Hadımoğlu
tarafından Bayramiç'te yaptırılan yapılara, şehrin mimari parçalarının taşındığını
belirtmektedir. Clarke buradaki yapıları ayakta gördüğünü ve bazı yapıların uygun
bir şekilde tamamlandığını söylemektedir. Fakat, Kurşunlu Tepe'nin Skepsis olduğu
konusunda kesin bir karara varamaz. Cook ikinci araştırma gezisini, 1968 yılında
gerçekleştirir. Bu gezisinde Kurşunlu Tepe'de İ.Ö. 5. ve 4. yüzyıllara tarihlenen
seramik parçaları, pişmiş toprak eserler ile süs eşyası yapımında kullanılmış olan taş
kalıplar gördüğünü yazmaktadır (Cook 1972: 345). Cook, Kurşunlu Tepe'sinin
Skepsis olduğunu kabul eder, ancak Strabon'un verdiği bilgilen göz önüne aldığında,
Paleo-Skepsis'in bulunduğu yerle ilgili sorunlar olduğu için bazı önerilerde bulunur.
Tongurlu Köyü sınırları içinde bulunan ve Arkaik buluntular veren İkizce Tepe'nin
Palae-Skepsis olduğunu, Strabon'un anlattığı mesafeye de uygun olduğu
belirtmektedir (Cook 1972: 345-346). Skepsis'te önce 1959, ardından 1968 yılında
araştırmalar yapan Cook, Klâsik Dönem'den Roma Dönemi'ne kadar olan dönemleri
temsil eden seramik parçalarının yüzeydeki varlığından bahseder. Bu araştırmaları
sırasında aynı zamanda bazı mimari yapılara ait kalıntıların/temellerin varlığından da
bahseder. Cook, Kurşunlu Tepe'sinin coğrafî konumunun sağladığı önemli
avantajları da yazılarında ön plana çıkarır.
1959 yılında Troas Bölgesinde ki antik yerleşimlerde bir belgeleme çalışması
yapan John M. Cook, Skepsis'in iç Troas bölgesinde olduğunu kabul ederek, kentin
Roma Döneminde aşağı doğru geliştiğini iddia etmiştir. Kurşunlu Tepe'nin güney
kesimindeki ev temellerini görür ve bunların krokilerini çizer. Kuzeye doğru da uzun
bir teras görür ve bu terasın bulunduğu yerin boş bırakılmış bir yer olduğundan
bahseder. Özellikle Bayramiç'te kendisine gösterilen ve Skepsis'te bulunduğu
belirtilen biri Hellenistik ve diğeri Roma dönemine ait iki mermer yazıt parçası da
lokalizsyon konusundaki bilgileri pekiştirmiştir (Cook 1974: 346, nos. 13-14).
Özellikle Cook ve ekibi tarafından tanımlanan gri seramiklerin Skepsis'te Arkaik
yerleşimin varlığını destekleyen bir veri olarak kabul edilebilir.
-
II.4. Aşağı Şehir Kurtarma Kazıları
Antik Skepsis kentinde ilk arkeolojik kazılar, Çanakkale Arkeoloji Müzesi
arkeologlarından Ömer Özden, Çiğdem Türker ve Tevhit Kekeç liderliğinde
oluşturulan bir ekip tarafından, 1993 yılında Aşağı Şehir’de gerçekleştirilmiştir (Res.
II.4) (Özden ve diğ. 1994: 367). Bu alanda yapılması planlanan baraj nedeniyle sular
altında kalacak olan Aşağı Şehir’de kurtarma kazısı gerçekleştirilmiştir. Yapılan bu
çalışmanın en önemli özelliği, Skepsis kentinin tahmin edilenden daha geniş bir
alana yayıldığını göstermiş olmasıdır. Kurtarma kazısı niteliğindeki bu kazı sırasında
ağırlıklı olarak, Roma ve Bizans Dönem’lerine ait mimari kalıntıları ve mezar
yapıları incelenmiş ve bu alanda 34 adet açma yapılmıştır. Özellikle hypocaust
sistemiyle birlikte ortaya çıkarılan büyük bir hamam yoğun olarak incelenmiştir
. Çalışmalar sırasında, hamam yapısının ilk evrelerinin Hellenistik
Dönem’e uzanmakla beraber, mevcut kalıntıların büyük çoğunluğunun Roma
Dönemi’ne ait olduğu anlaşılmıştır. Yapının bazı bölümlerinin Bizans Dönemi’nde
de kullanıldığının anlaşılması, yapının küçültülmüş olduğuna işaret etmektedir. 1993
yılı kurtarma kazıları sırasında Roma Hamamı’nın bulunduğu alan dışında, Bizans
Dönemi’ne tarihlenen mezarlık alanında da çalışmalar yapılmıştır. Kazısı yapılan
bazı mezarlarda ele geçen ve 11. yüzyıla kadar olan dönemlere ait buluntular,
Skepsis’in bu yüzyıla kadar iskân gördüğünü kanıtlamaktadır. Bunda, Skepsis’in
yukarıda daha önce sözünü ettiğimiz önemli coğrafi konumu büyük rol oynamış
olmalıdır. Skepsis kurtarma kazıları bir yıl aradan sonra 1995 yılında da
sürdürülmüştür. Atatürk Üniversitesi’nden Cevat Başaran’ın bilimsel
danışmanlığında, Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nce yürütülen 1995 yılı kurtarma
kazıları yine Aşağı Şehir’de, ancak farklı alanlarda gerçekleştirilmiştir (Başaran ve
diğ. 1997). Özellikle daha önceki kazı sezonunda bazı bölümleri ortaya çıkarılan
Roma Hamamı’nın başka bazı bölümleri gün ışığına çıkarılmıştır. Anadolu Roma
Hamamları’nın tipik özelliklerini yansıtan bu hamam, apsidal yapısıyla caldarium
(sıcaklık) kısmı ve iki yönlü olan frigidarium (soğukluk) kısmı ile dikkat
çekmektedir. Bu hamama ait olduğu düşünülen 70 cm x 70 cm ebada sahip dört
gözlü mermer pencere çerçevesi ise en ilgi çekici buluntular arasında yer alır
1995 yılı kurtarma kazıları kapsamında Roma Hamamı’nın yanı sıra nekropol
alanında da kazı çalışmaları yapılmıştır. Burada yapılan kazılar sırasında Geç
Helenistik Dönem, Roma ve Bizans Dönem’lerine ait mezarlar ele geçmiştir.
Özellikle pişmiş toprak levhaların birleştirilerek, semerdam şekline getirilmesi ile
oluşturulan Bizans mezarları dikkat çekmektedir. Bunların yanı sıra, ikinci kez
Bizans Dönemi’nde kullanılmış bir taş lahit mezar tespit edilmiştir. İlk kez Geç
Hellenistik/Roma Dönemi’nde kullanılmış olan bu mezarın buluntuları, Bizans
Dönemi’nde ikinci kez kullanım sırasında dışarıya atılmış olmalıdır. Çünkü bu taş
lahdin dış kısmında 4 adet pişmiş topraktan çıplak oturan kadın heykelciği, 6 adet
gözyaşı şişesi (unguantarium) ve değişik tiplerde heykelcik ve seramik parçaları ele
geçmiştir (Res. II.9–10). Bu da Bizans Dönemi’nde, Hellenistik ve Roma
Dönemleri’ne tarihlenen nekropolün önemli oranda tekrar kullanıldığına işaret
etmektedir. Bizans mezarlarının birçoğu zengin seramik ve metâl buluntu verdiği
gözlemlenmektedir.
1995 yılı kurtarma kazılarının en önemli sonuçlarından biri de, Roma
Dönemi’ne tarihlenebilecek bir köprüye ait izlerin belirlenmesidir. Skamander Nehri
üzerine inşa edilen bu köprü, olasılıkla Yukarı Şehir ile Aşağı Şehri birbirine
bağlıyor olmalıydı. Kurtarma kazısına dair raporda, yüzey üzerinde kalıntıları
izlenebilen köprüde bir sondaj çalışması yapıldığı belirtilmektedir (Başaran ve diğ.
1997). 1995 yılı kurtarma kazılarını yöneten Başaran (2002: 38) Roma çağında
Skepsis’in Skamander nehrinin diğer tarafına doğru yayıldığını ifade eder. Başaran,
aynı zamanda Bergama yerleşim modelini örnek olarak gösterir; Bergama ve Skepsis
topografyaları arasındaki benzerlikten yola çıkarak, Skepsis’in Yukarı Şehir
(akropol), Orta Şehir ve Aşağı Şehir olmak üzere üç ana bölümde
değerlendirilebileceğini söyler (Başaran 2002: 39, dipnot 334). Özellikle Roma
döneminde aşağı şehrin büyük önem kazandığı söylenebilir. Roma Hamamı ve mezar
yapılarının aşağı şehirde yer alması ve Skamander nehri üzerinde bir köprü inşa
edilmesi, Roma Dönemi Skepsis şehir yapısındaki büyümeye işaret etmektedir.
Roma döneminde aşağı şehirde gözlenen büyümenin ardından, şehrin bu
bölgesinin Bizans döneminde de yoğun bir şekilde iskân edildiğine tanık olmaktayız.
Aşağı şehir’de tespit edilen apsisli şapel buna en güzel örnek olarak verilebilir (Res.
II. 17–18). Hıristiyanlık Dönemi’nde Skepsis’in Troas bölgesinin önemli
piskoposluk merkezleri arasında bulunduğu göz önüne alındığında, Bizans Dönemi
yapıları ve mezarlarının yoğunluğu anlam kazanmaktadır.
1995 kurtarma kazısının ardından Skepsis Aşağı Şehri, baraj suları altında
kalır ve şehrin bu bölgesine dair yeni bilgiler edinme şansı kalmaz. Bu aşamadan
sonra Skepsis’te gerçekleştirilecek arkeolojik kazı çalışmaları kentin Yunan ve Roma
dönemlerine ışık tutacaktır. Şehrin mimari yapılarına ait taşların büyük bir çoğunluğu
son yüzyıllarda Bayramiç’teki yapılarda devşirme olarak kullanıldığından, yüzey
üzerinde tespit edilen yapı sayısı oldukça azdır. Bu bakımdan, sistemli arkeolojik
kazı çalışmaları şehir hakkında kapsamlı bilgi edinebilmek için kaçınılmaz
durumdadır.
II.5. Yüzey Araştırmaları
Skepsis’in bulunduğu Kurşunlu Tepe’de yapılan yüzey araştırmaları, 1994
yılından bu yana kontrol ve inceleme amaçlı olarak yaptığımız ziyaretlerdeki
gözlemlerimizden oluşmaktadır. Skepsis yüzey araştırmalarını iki bölüm halinde
sürdürdük: Kurşunlu Tepe’de yapılan araştırmalar ile onun yakın çevresinde
yaptığımız araştırmalar. Kurşunlu Tepe’de yaptığımız araştırmalar: Tepe;
Bayramiç’ten, Evciler ve Kaz Dağları istikametine doğru gidildiğinde, yolun 5. km
sinden sonra, Bayramiç baraj gölünün güney yakası boyunca kuzey yakası boyunca
görülür. Kurşunlu Tepe’ye Evciler yolundan sonra Mollahasanlar sapağından,
Kurşunlu köyü istikametine doğru dönülerek ulaşılır.
Skamander Vadisi ve Kaz Dağlarına hâkim bir konumda, kubbe biçimli bir
tepe olduğu görülür. 346 m rakıma sahip Kurşunlu Tepe kuzeyde Sarıtaş Tepe, ve
Killik Tepe; doğuda Kurşunlu Köyü; güney ve batıda Skamander nehri ile
çevrelenmiştir (1/25 000 ölçekli (Ayvalık İ 17 a3 harita).
Tepenin gerek harita, gerekse hava fotoğrafı üzerinden incelenmesi
sonucunda, kuzeyi ve doğusunun oldukça dik olup, yerleşime uygun olmadığı; batı
ve güney yamaçlarının daha az eğime sahip olması ile yerleşime daha uygun olduğu
anlaşılmıştır. Bu alandaki temel kalıntıları, uzaktan dahi görülebilmektedir. Skepsis
kenti yerleşiminin yayılım alanı, Bayramiç baraj gölü yapım öncesinde yaptığımız
yüzey araştırmaları ve sondaj kazılarından da anlaşıldığı üzere, bugünkü baraj
gölünün altında kalmaktadır. Bu nedenle tepe’nin eteklerindeki kültür kalıntıları,
Baraj gölünün kuzey yakasından başlamaktadır.
Kurşunlu Tepe’nin batısında Kebren (Çaldağ), kuzeybatısında Gergis
(Karıncalı), kuzeyinde Kayalıdağ bulunmaktadır. Yüzey araştırmalarımıza Kurşunlu
Tepe’nin zirvesinden başlanmıştır. Bayramiç ovasının, doğu ve güneydoğusunda Kaz
Dağı’nın batı bölümünün, en yüksek noktası Sarıkız ve Mekere Tepeleri’nden en alt
eteklerine kadar kolayca görülebildiği hâkim, stratejik bir konumdadır. Zirvenin üst
bölümü kuzeye doğru çok az eğimli, yaklaşık 30.000 m2 ebadındadır. Bu alanın
kuzey, batı ve doğu bölümlerinde yaptığımız yüzey araştırmalarında Bizans, Roma
ve Hellenistik dönem, İ.Ö. 5 yüzyıl özellikleri gösteren seramik parçaları tespit
edilmiştir. Ayrıca bazı yapı taşları ve uzun zaman önce yapılmış kaçak kazı
çukurlarına rastlanılmıştır. Tepenin bu bölümlerinde yoğun olmasa da yapıların
bulunduğu, tepenin doğu bölümünde Kurşunlu Köyü’nün bulunduğu düzlüğe yakın
olması nedeni ile de bu yapılardan blokların sökülerek taşındığı anlaşılmaktadır.
Tepenin güneybatı bölümündeki en yüksek yerinde, yaklaşık 500 m2’lik küçük bir
düz alan bulunmaktadır. Bu alanda yer yer zemin üzerinde izlenebilen, düzgün
taşlardan yapılmış temel kalıntıları görülmektedir. Burada bulunan yapı muhtemelen
doğu-batı yönünde dikdörtgen bir yapı olmalıydı. Burada yer yer eski kazı çukurları
görülmektedir. Taşlar aralarında oldukça ince, İ.Ö. 4 yüzyıl özellikleri gösteren,
kahverengi boyalı seramik kırıkları ile pişmiş toprak parçası olabilecek, oldukça
küçük bir parçaya rastlanmıştır. Ayrıca Kurşunlu köylüleri 40–50 yıl önce bu alanda
çok sayıda pişmiş toprak figürin parçalarının bulunduğundan bahsetmişlerdir. Bizce
de bu alan, Ksenophon’un anlattığı, Derkylidas’ın kurban kestiği; 1801 yılında
Kurşunlu Tepe’de araştırmalar yapan E.D. Clarke’ın 100 adet blok taşını çizdiği;
1866’da F. Calvert’in ve H. Schliemann’ın kazı yaparak açıklamalarda bulunduğu
Dor düzeninde yapılmış Athena Tapınağı olmalıdır. Başka bir deyişle bu alan,
Akropolde yer alan “Kutsal Alan” olmalıdır.
Kurşunlu Tepe’deki yerleşim, daha çok eğimi az olan güney, batı ve güneydoğu
eteklerde yoğunlaşmıştır. Eğimden dolayı teraslar yapılmak suretiyle düzleştirilen
alana yapıların yerleştirilmiş olduğu görüldü. Zirveden sonra hemen onun altında,
genişliği yer yer 50-60 metreye ulaşan bir teras bulunmaktadır. Bu teras zirvenin
doğu ve güney batı bölümündeki düzlükle bütünlük sağlamaktadır. Teras üzerinin
büyük bir bölümü yoğun çalılıklarla kaplı olup, çalılık olmayan bölümlerinde bazı
duvar izleri görülse de, yapıların işlevini belirleyecek kadar nitelikli değildir.
Teraslar üzerinde yoğun şekilde andezit taş yongaları bulunduğundan, bu terasta
bulunan iri andezit bloklardan yapılmış yapılar ve teras duvarlarının yapı
malzemeleri, başka yapılarda kullanılmak üzere kırılarak küçültüldüğü
kanaatindeyiz. Bu teras yapının batı bölümünde izlenememektedir. Terasın hemen
altında, topografı duruma bakıldığında, tepenin batı, güney ve doğu eteğinin bir
bölümünü içine alan ve genişliği yer yer 200 m.'yi bulan bir teras yapısı daha
bulunmaktadır. Terasın üzerinde de andezit ve mermer yongalarının yoğun olarak
bulunduğu gözlenmektedir. Çalılıklar arasında muhtemelen kentteki yönetim
binalarına ait olduğunu düşündüğümüz, iri blok taşlardan yapılmış temel kalıntıları
bulunmaktadır. Tepenin batı eteklerinde, terasın devamında, bugün artık
görülmemekle beraber yoğun andezit yongaları arasında bir duvar kalıntısı
gözlenmiştir. Bu duvar kalıntısı muhtemelen, Schliemann'ın gördüğü 2,80 m
yüksekliğindeki duvar olmalıydı. Bu terasın en önemli yapısı, terasın güneybatı
bölümünde tespit edilen tonozlu yapıdır. Tonoz, ilk teras duvarının bulunduğu yöne
doğru uzanmaktadır. Tonoza sırtını yaslamış bir "çukurluğun" bulunması, bir tiyatro
yapısını anımsatmaktadır. Araştırmalarımızı bu yönde yoğunlaştırmamız sonucunda,
tonozun tam karşısında yine ilk terasa doğru uzanan bir tonoz yapısı daha tespit
edilmiştir. Tonozlardan oluşan bir sistem üzerinde tiyatronun oturma sıralarının
yükseldiği düşünülmektedir. Batıya bakan yönde, çalılıklarla kaplı olan alanın
incelenmesi sonucunda, orkestra ve sahne bölümünün burada olduğu; orkestra içinin
moloz taşlarla dolu olduğu görülmüştür.
Doğal yamaca oturan tiyatro yapısı, yarım daire bir plana sahiptir (Res. II. 16-
17). En arka kısımdan sahne binasının bulunduğu yere kadar yaklaşık 70-80 metrelik
bir uzunluğa sahiptir. Çalılıklar arasında bir yanı profilli bir oturma sırası bloğu tespit
edilmiştir. Bu tiyatro yapısı şimdiye kadar Kurşunlu Tepe'de araştırma yapan
araştırmacılar tarafında tespit edilmemiş, ilk defa tarafımızdan keşfedilmiştir.
Tiyatro yapısından ileriye doğru gidildiğinde yine kaim duvarlı, iri kesme
taşla inşa edilmiş temellerin bulunması, burada Bouleuterion gibi kamusal yapıların
yer alabileceğini akla getirmektedir. Tiyatronun hemen güneyine doğru, uzun kemer
taşlarının görülebildiği, başka bir yapıya ait kalıntılar izlenebilmektedir. Bu yapının
hemen doğusuna doğru, ağız kısmı dar, aşağı doğru genişleyen, içi harç ile sıvanmış
sarnıç yapısı bulunmaktadır. Yapı muhtemelen Roma döneminde yapılmış ve Bizans
döneminde kullanılmış olmalıdır. Bu yapının hemen altında, teraslanarak
oluşturulmuş düzlüklerin bulunduğu görülmektedir. Kurşunlu Tepe'nin güneyine
doğru inildiğinde harçlı duvar yapılarına sahip yapı kalıntıları bulunmakta, bu
yapıların işlevi kesin olarak belirlenememiştir. Bu kalıntıların bulunduğu tarlaların
içlerinde ve kenarlarındaki toplu taş yığınlarının aralarında, yapıların içlerinde
kaplama olarak kullanılmış, ince mermer parçaları ile tuğla ve çatı kiremit parçaları,
Roma Dönemi doğu sigillata grubu'na dâhil olabilecek seramik parçaları
bulunmaktadır. Muhtemelen bu yapılar Roma ve Bizans Dönemlerinde güneye ve
Skamander vadisine bakan villa ya da büyük evler olmalıydı. Kurşunlu Tepe'nin
güneydoğusuna doğru, köy ilkokulu ve çeşmenin bulunduğu yamaçlarda, blok taşlar,
kiremit ve tuğlaların bulunması buralarda da yapıların bulunduğunu göstermektedir.
Ayrıca bu yamaçlarda köylülerin tarla sürümleri sırasında su künkleri parçalarının
çıktığı söylenmektedir. Bugünkü Kurşunlu Köy'e ulaşımı sağlayan yol sapağından,
ilerideki tarlalara doğru giden yolun hemen üst kısmına denk gelen bir noktadan ise
Antik Skepsis şehrinin savunma duvarı geçmiş olmalıydı.
Baraj gölünün kıyısına doğru, 1995 yılı kurtarma kazılarında yapılan
çalışmalarda daha az Özenli yapı kalıntıları ve Bizans Dönemi buluntuların ele
geçirildiği mezarlar tespit edilmiştir. Kurşunlu tepenin batısına doğru Skamander
Nehir Vadisine doğru, şimdi baraj gölü altında kalan bir alanda, döşeme taşlı bir
yolun bulunduğu köylüler tarafından bilinmektedir. Bu yolun bazı kısımları yer yer
iri dikdörtgen taşlarla döşeli olduğu söylenmiştir. Bu yolun daha ileri kısımlarında,
hem Skamander'in doğu yakasında hem de batı yakasında 1995 yılı kazılarında tespit
edilmiş, oda mezar kalıntıları ve mermer lahit parçalarına rastlanmıştır. Ayrıca bu
alan baraj gövdesine yakın olması nedeni ile, gövde temel kazısı sırasında, ağır
makineler kullanılması nedeni ile birçok mezarın tahrip edildiği anlaşılmıştır
Kurşunlu Tepe’nin kuzey ve kuzeydoğu bölümü oldukça dik ve kayalık olup
yerleşime elverişli değildir. Bu bölümde yaptığımız incelemelerde, bugünkü
Kurşunlu Köy’ün bulunduğu küçük düzlüğe en yakın mesafede olduğundan, bu
bölümdeki taşlar ikinci kullanım olarak buradan taşınmaya başlamış olabilir. Bu
nedenle hemen hemen hiçbir yapı kalıntısına rastlanılmamıştır. Kurşunlu Köy’ün
hemen yukarında bulunan su kaynağın, antik kente künklerle su sağlamaktaydı.
Muhtemelen antik şehrin kuzey bölümündeki savunma duvarları üzerinde bir giriş
bulunmaktaydı. Kurşunlu Tepe’nin bağlı bulunduğu Kurşunlu Köy, 18. yüzyıldan bu
yana birçok gezgin ve araştırmacı tarafından ziyaret edilmiş ve gözlemleri
yayınlanmıştır. Köy içinde evlerin duvarlarında ve bahçe duvarlarına, pek çok
mermer, andezit yapı taşı ve mimari parçaların bulunduğunu, çeşitli Roma ve Bizans
dönemi özellikleri gösteren sütun başlığı ve tamburlarının bulunduğunu gördük. Kapı
önlerinde merdiven basamağı olarak kullanılan mermer levhalar, lahit parçaları,
sütun parçaları görülebilmektedir. Ayrıca bir evin merdiveninde, basamak olarak
kullanılmış bir yazıt, antik kenti gezen araştırmacıların notlarında da
bulunmamaktadır. Zaten antik yerleşim alanı köyün hemen içinden başlamaktadır.
Bayramiç barajının yapılma aşamasında gerçekleştirilen 1995 yılı kurtarma
kazıları sırasında, baraj gölü altında kalacak olan Kurşunlu Köyü Bakacak Tepe,
Küçük alan sırtları, Arapça Tepe, Tilki Tepe, Dirsekbükü Tepe ve Kapaklıbent
mevkileri arasında kalan ve Üzümlü Köyü Koca mezarlık mevki ve Akçakıl Köyü,
Kocakıran Tepe mevkilerinin çevrelediği alanlarda yaptığımız yüzey
araştırmalarında, (1/25.000 ölçekli Ayvalık İ17 a3 harita) Bakacak Tepe eteklerinde,
fazla özenli olmayan, muhtemelen konut olabilecek temel kalıntılarıyla mezar
tuğlalarına rastlanılmıştır. Bu alanın hemen güneydoğusuna doğru Küçükalan sırtları
mevkisinde, vadiye hâkim bir tepe üzerinde, yaklaşık 3 m yükseklikte, ortasında
büyük bir açma çukuru bulunan bir Tümülüs yapısı tespit ettik. Bu alanın hemen
batısında, Kapaklı bent mevkisinde, Koca Mezarlıkla aynı hizada, Kara Menderes’in
iki yakasını birbirine bağlayan üç köprü ayağı tespit ettik. Bu ayaklar, Kara
Menderes çayının sularının azaldığı Ağustos ayının sonlarında görülebilmektedir.
Arapça Tepe ve Dirsek Bükü Tepe etrafında mezar tuğlaları, lahit parçaları ve tarla
kenarındaki çalılıklar aralarında iri kesme taş blokları bulunduğu görülmüştür.
Koca Mezarlık Mevkisinde tarla kenarlarında devşirme kesme taşlar, mezar
tuğlalarının yoğun olarak bulunduğu tespit edilmiştir. Akçakıl Köyü sınırları içindeki
Kocakıran tepe etrafında tarla kenarlarında yapı taşları ve tuğla parçaları
görülmüştür. Mimari yapı taşlarının tarla aralarındaki çalılıklarda izlenebilir olması,
fazla yoğun olmayan, büyük ölçüde geniş bahçelere sahip evlerin var olduğu
aklımıza gelmektedir. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz mevkiler ve aralarında kalan
bölgelerde aynı yoğunlukta seramik, tuğla ve yapı taşlarının bulunduğu tespit
edilmiştir. Bu yoğunluk nedeni ile alanların bazı yerlerin sondaj kazıları
gerçekleştirdik. Yapılan çalışmalarda, Kocamezarlık, Bakacak tepe, Tilki ve Arapça
tepe mevkileri arasında kalan alanın, Roma ve Bizans dönemleri arasında yerleşim
gördüğü, Skepsis Aşağı Kent yerleşimi olduğu kanaatine varılmıştır (bkz. Özden ve
diğ. 1994; Başaran ve diğ. 1997).
Kurşunlu Tepe’nin yaklaşık 5 km kuzeybatısında bulunan Saraycık köyü,
Alakaya mevkiinde geniş bir alanda andezit özellikli bir taş ocağı tespit edilmiştir.
Skepsis antik kentindeki yapılarda kullanılmış bazı yapı taşları ile benzer özellikler
içermektedir. Taş ocağı alanından doğuya doğru giden ana kayanın kesilerek
yapıldığı bir yol izi tespit edilmiştir. Muhtemelen bu yol Kurşunlu Tepe’ye doğru
gelmektedir. Kurşunlu Tepe’nin güneyinde bulunan Üzümlü Köyü ve çevresinde bu
gün bağ olarak kullanılan tarlalar içerinde, mezar tuğla kalıntıları ve temel kalıntıları
tespit edilmiştir. Olasılıkla Üzümlü Köyü ve çevresinin bugünkü arazi kullanımına
uygun olarak, İ.Ö. 4 yüzyıldan bu yana aynı amaçla kullanıldığı sanılmaktadır.
Kurşunlu Tepe’nin yaklaşık 7 km güneydoğusunda yer alan Çavuşköy ile Akçakıl
Köyleri arasındaki Kocatarla Mevkiinde, köylülerin tarla sürümleri sırasında farklı
alanlarda ve farklı türde çok sayıda sikke ele geçirilmiştir.
Evciler Köyü’nün doğu tarafında bulunan kubbe görünümlü, Bakırlık
Tepe’de işletilmiş bir maden ocağı bulunmaktadır. Bu alanda da çok sayıda farklı
şehrin sikkesine rastlanmıştır. Bu alan darphane olarak yorumlanmaktadır. Evciler
Köyü’nden Ayazma’ya giden yolun güney bölümünde ve Ayazma’nın batısında
bulunan yüksek tepenin doruk kısmında bulunan Asarlık Tepe’de, yapı kalıntılarının
ve sur parçalarının büyük bir bölümü izlenebilen bir yerleşim alanı bulunmakta ve
yüzeyde Hellenistik/Roma Dönemi özelliği gösteren seramik, çatı kiremidi parçaları
izlenebilmektedir. Yerleşimde doksanlı yıllarda yapılan kaçak kazılarda ele geçirilen
Skepsis sikkeleri, Bergama Müzesine satılmıştır. Bu yerleşim, muhtemelen vadi
boyunca iç kısımlara ve Kazdağı zirvesine giden yolları kontrol eden bir karakol
yerleşimi olmalıydı. Ayrıca Skamander Nehrinin doğduğu bu vadi, orman
ürünlerinin yoğun olarak işletilerek Skamander nehrinin su gücü ile liman kentlerine
taşındığı yer olmalıdır. Evciler Köyünün güney bölümünde, Kazdağı yamaçlarında
Pınarlıtaş yerleşmesi bulunmaktadır. Bu alanda çok sayıda Tanrıça Kybele’ye ait
pişmiş toprak figürin parçalarına rastlanması, bu alanı Kybele Kutsal Alanı olarak
yorumlanmasına nedendir (Başaran 1989).
Mollahasan Köyü’nden başlayarak, Karaköy’e kadar Skamander nehrinin her
iki tarafındaki alanlarda, her dönemde küçük yerleşimler bulunmaktadır. Bunların en
önemlileri arasında Yeşilköy köyü ile Tongurlu köyleri arasında Karaincir
Mevki’inde bulunan Yeşilköy yerleşmesidir. Skamander nehrinin hemen kenarında
bulunan höyük, 2001 yılındaki kaçak kazılar sonucu gaga ağızlı, askılı kulplu el
yapımı çok sayıda kap, dokuma tezgâh ağırlıkları ve aletler ele geçmiştir. Bu kaplar
el ile yapılmış oldukça kaliteli kaplar olup, benzerleri ile en yakının bulunan Troia
kazılarında çıkan kaplarla karşılaştırıldığında, Erken Bronz Çağ (Troia I) dönemine
tarihlenen kaplarla aynı döneme aittirler. Bu da gösteriyor ki Skepsis ve çevresi (İç
Troas Bölgesi), Troas bölgesi tarihi içerisinde önemli bir yere sahip durumdadır.
Külçüler köyü sınırları içinde bulunan Külcüler kaplıcası antik çağlarda işlevine
başladığına işaret edebilecek, kaplıca civarında temel kalıntıları ve seramik parçaları
gözlenmiştir. Ayrıca kaplıcanın 500 m kadar doğusunda bir höyüğün varlığını tespit
ettik. Bu höyük üzerinde yapılan araştırmalarda, temel kalıntıları ve Roma dönemi
özellikleri gösteren çok yoğun seramik parçaları bulunduğunu tespit ettik. Daha
doğuda Kaz Dağlarının eteklerinde bulunan Karaköy Köyü civarında bir yerleşimin
bulunduğu, köyün hemen batı tarafında bulunan kesme blok taşlardan ve daha önceki
yıllarda yol yapımı sırasında bulunan ve Çanakkale Müzesi’ne getirilen mezar
stellerinden de anlaşılmaktadır.
III. ANTİK ÇAĞDA ŞEHİRCİLİK
Yüksek lisans tezinin bu bölümü daha çok şehir kavramı ve bununla ilgili
kuramsal bakış açılarını değerlendirerek antik Yunan ve Roma dünyasında
şehirciliğin yapısı konusunda bilgi vermektir. Bunun ardından Antik Çağda mevcut
yerleşim tipleri ortaya konularak yerleşim seçiminde coğrafî faktörlerin yeri
irdelenecektir. Bu tür bir yaklaşımların Skepsis yerleşiminde şehirciliğin neden ve
nasıl geliştiği konusunda bir takım değerlendirmeler yapmamıza faydalı olacağı
düşünülmektedir.
III.1. Şehir Kavramı
Şehir kelimesine eşdeğer anlam taşıyan kelimelere ilk kez Orta Çağ’da
Civitas ve Burg=Burgus olmak üzere iki şekilde rastlanmaktadır (Kolb 2005: 11).
Civitas kelimesi Latince’de “savunma altına alınmış bölge” anlamına gelmektedir. 2
Burg/Burgus kelimesinin kökeni ise Roma Dönemi’ne kadar geri gider ve bugün
kale3 diyebileceğimiz yerleşme anlamına gelir. Günümüzde kullanılan şehir kelimesi
ise 11. yüzyıldan itibaren Burg/Burgus kelimesi ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır
(Kolb 2005: 15). Eski dünyada kavram olarak şehir kelimesinin tanımı ise oldukça
tartışmalıdır. Avustralyalı arkeolog Gordon Childe 1936 yılında yayınlanan Man
Makes Himself ve 1942 yılında yayımlanan What Happened in History isimli
başyapıtlarında ‘Kentsel Devrim’ diye bir olgudan bahsederek şehir kavramını
tanımlamayı denemiştir. Daha sonra ise 1950 yılında The Urban Revolution isimli
makalesinde şehir tanımını daha da somutlaştırarak, bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için bir takım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler şu şekilde özetlenebilir
(Childe 1950: 9–16; Çevik 2005: 8–10):
2 Civitas kelimesinden şehirde yaşama anlamına gelen Civilization ve Civility kelimeleri türemiştir.
Arapçada uygarlık anlamına gelen medeniyet kelimesi de yine Medine şehrinde yaşama anlamına
gelmektedir. Aynı şekilde uygar kelimesi ile Uygur arasında bağlantı kurmak ta mümkündür, Çevik
2005
3 Türkçede kullanılan ‘burç’ kelimesinin kökeni de ‘burg/burgus’ kelimesine gider. Yine ‘Burjuva’
kelimesi de ‘burg/burgus’ ta yaşayan insan anlamına gelmektedir.
Nüfus yoğunluğu: Kent sayılması gereken ilk yerleşimler Childe tarafından
tanımlanan ‘Neolitik Devrim’ isimli olgudaki yerleşimlerden hem kapsadıkları alan
bakımından daha büyük olmalı hem de daha yoğun bir nüfusa sahip olmalıdırlar.
Güney Mezopotamya’da yeni oluşan Sümer kentlerinin nüfusları 7000- 20000
arasında, hatta Hindistan’ın kuzeyinde ve Pakistan’ın Pencap eyaletindeki Indus
Vadisi’nde bulunan Mohanjo Daro ile Harappa yerleşimlerinin nüfusları daha da
fazladır. Örneğin Güney Mezopotamya’da İ.Ö.. 3. bine tarihlenen Lagaş, Umma ve
Hafaji’nin nüfusları sırasıyla 19.000, 16.000 ve 12.000’dir (Childe 1974, 69).
Mohanjo Daro’nun büyüklüğü 2,5 km2‘dir, Childe 1974, 88. Genel olarak
Mezopotamya’daki yerleşimler için 1 hektar yerleşmeye 200 kişi hesabedilir, Kolb
2005, 271. 1km2= 100 hektar olduğuna göre 2,5 km2 = 250 hektar eder. Buna göre
Mohanjo Daro’nun nüfusu da 250 x 200= 50.000 kişi olmalıdır.
Artı ürün oluşması ve depolanması (Surplus): Sürekli olarak aynı yerde yaşama
ve düzenli sulama sonucu ihtiyaçtan fazla üretilen ürünlerin tapınağa ya da krala
bağlı depolarda toplanması. Bu ürünlerin daha sonra tapınak ya da savunma duvarı
gibi ortak ihtiyaçlar için gerekli ortak çalışmalarda ücret ya da öğün olarak
dağıtılması.
Yönetici sınıfın oluşması: Saray ve Tapınak depolarında biriken artı ürünün
toplanmasının sağlayan bir kral ve bu toplamanın denetimi ile dağıtımını organize
eden rahip, askeri ve sivil yöneticiler, memurlardan oluşan, üretime katılmadıkları
halde üretimden en çok payı alan idareciler oluşmuştur.
Teknoloji ve bilim alanındaki gelişmeler: Daha fazla verim alabilmek için
sulama kanallarının inşası, geometri ve astronomi bilgisinin geliştirilerek düzenli
tarım için takvimlerin oluşturulması, ticaret için gerekli ölçü sisteminin dolayısı ile
matematiğin geliştirilmesi ve birikimlerin aktarılması için yazının geliştirilmesi.
Yazının gelişmesi: Bilgi aktarımını sağlamak, önemli olayları kaydetmek ve en
önemlisi de tapınak ve sarayların depolarında toplanan ürünün kayıtlarını yapabilmek
için işaretler sisteminin gelişimin sağlanması gerekmektedir. Bu işaretler
Mezopotamya’da kil tabletler üzerine, Mısır’da ise papirüsler üzerine kaydedilmiştir.
Anıtsal yapılar: Anıtsal yapılar köyleri kentlerden ayırır. Güney
Mezopotamya’da oluşan ilk yerleşimlerde yüksek platformlar üzerinde büyük
tapınaklar ve zigguratlar inşa edilmiştir. Bu görkemli tapınakların etrafında rahiplerin
yaşadığı mekânlar, tapınağa hizmet eden işlikler ve artı ürünleri depolamaya yarayan
büyük tahıl ambarları yer almaktadır. Yine urban yaşayışın sembolü olan yöneticilere
ait saraylar da anıtsal yapılara en güzel örnekleri oluştururlar.
Mesleki sınıflaşma: Kentsel sınıfın büyük bir kısmının halen tarımla uğraştığını
kabul etmekle birlikte, köylerden farklı olarak tüm zamanını tarım dışındaki rahiplik,
ticaret, taşımacılık, yazıcılık, mühürcülük ve madencilik gibi uzman zanaatkârlık
yaparak ürettikleri ürünleri bir bedel karşılığında tarım yapan kişilerle değişen insan
gruplarının oluşması.
Yakın ve uzak ticaret: Üretilen artı ürünün bir kısmı yerel olarak elde
edilemeyen hammaddenin ticaret ve sanayide kullanılması için uzak mesafelerden
temin. Hammaddelerle birlikte yönetici sınıfın lüks yaşantısı için gerekli olan ender
ve pahalı maddelerin getirilmesi.
Sanat eserlerinin ortaya çıkması: Kentte yaşayan ve artı ürünle beslenen
sanatçılar sanatın ifade şekline de belirli bir yön vermişlerdir. Paleolitik çağda
mağaralarda yaşayan insanlar doğada gördüğü objeleri doğal ve somut olarak mağara
duvarlarına yansıtmayı becerebilmişlerdir. Neolitik çiftçiler ise bunu çok daha az
yapmışlardır. Nesneleri daha çok soyut ve geometrik olarak semboller şeklinde
göstermeyi tercih etmişlerdir. Kentleşme sürecinde ise Mısır, Güney Mezopotamya
ve İndus Vadisi’ndeki kent merkezlerinde heykel, tasvir ve mühürcülükte avcı
toplayıcı toplulukların naif doğallığı ve neolitik çiftçilerin stilize sembolleri yerine
daha ince ve kuramsallaşmış üsluplar oluşmuştur.
Devlet oluşumunun bir parçası olması: Gezici zanaatkârlıktan yerleşik
zanaatkârlığa geçen insanların hammadde gereksinimi sağlamak ve kendi soyundan
birlikte yaşadığı insanların güvenliğini sağlamak için devlet oluşumuna ihtiyaç
vardır. Yine yönetici, rahip, zanaatkâr ve çiftçiler arasında düzenli bir hayatın var
olabilmesi için organik bir bağa bunun için de devlet oluşumuna gereksinim vardır.
Bu kriterlerin hepsinin birlikte olmasının arkeolojik açıdan tespiti her zaman
mümkün değildir. Bu yüzden bazı araştırmacılar antik dönemde şehir kavramını
oldukça basite indirgemişlerdir. Örneğin Ufuk Esin Anadolu’da prehistorik dönemde
genelde höyük şeklinde bir yerleşim sistemi olduğu için şehir olabilme kriterini farklı
höyük boyutları ile tespit yoluna gitmiştir. Esin’e göre 200- 250m ile 300- 350m
çapında ve 7m yüksekliğindeki höyükler şehir, bunun üzerindekiler büyük şehir
altındakiler ise köydür Esin 1982, 13- 21). Düz yerleşimlerin yoğun olduğu
Mezopotamya’da ise H. J. Nissen seramik dağılımlarını örnek göstererek bir yerin
şehir olabilmesi için yalnızca merkezi bir yerleşim olmasının yeterli olacağını
söylemektedir (Nissen 1975: 9- 40). Yani belirli bir seramik tipinin üretildiği
yerleşim yeri şehir ve bu seramiğin az miktarda bulunduğu yerleşimler ise bu şehre
bağımlı yaşamını sürdüren daha küçük yerleşimlerdir. Bazı uzmanlar ise Childe’ın
şehir olma kriterlerinin yalnızca birkaç maddesini alıp kendileri yeni maddeler
önermişlerdir. Örneğin M. Liverani´ye göre bir yerleşimin şehir olabilmesi için altı
unsur gerekir (Liverani 1997);
1- Yoğun bir nüfusa sahip olması
2- Nüfusun önemli bir kısmının bu yoğunlaşmanın içerisinde aktif olarak yer
alması
3- Mesleki uzmanlaşma
4- Kamu binalarının bulunması
5- Savunma duvarı
6- Merkezi yerleşim fonksiyonu
Görüldüğü üzere ilk dört madde G. Childe’in kriterleriyle aynıdır. Liverani yeni
olarak savunma duvarı ile merkezi yerleşim koşulunu yani şehre bağlı uydu
yerleşimlerin olması gerektiği kriterini getirmiştir. M. Liverani’ni kriterleri ile benzer
koşullar sunan bir başka konu uzmanı F. Kolb’te yine bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için altı kriter şart koşmuştur (Kolb 2005: 15);
1. Yerleşimin topoğrafik ve idari bakımdan bir bütünlük göstermesi
2. Binlerce kişiden oluşan bir nüfusa sahip olması (en az 1000 kişi alt sınır
olarak gösterilmiştir)
3. Nüfus yoğunluğuna bağlı olarak gelişmiş bir işbölümü ve farklı sosyal
sınıflar
4. Çeşitli anıtsal mimari yapılar
5. Urban yaşam şekli
6. Belirli bir bölge için yerleşimin merkezi fonksiyonu olması
Frank Kolb yerleşimin merkezi fonksiyonunun ticari olduğu kadar idari merkez
ya da dini merkez de olabileceğini belirtir (Kolb 2005: 15). Ayrıca tüm bu altı
kriterin her zaman birlikte tespit edilmesinin zor olduğunu ancak ilk dört kriterin
şehir tanımı için olmazsa olmaz koşullar olduğu söyler.
III.2. Antik Yunan ve Roma’da Şehircilik
Geç Bronz Çağı sonunda Miken Devlerinin MÖ. 1200 civan çöküşü
ardından İ.Ö. 8. yüzyıl sonuna kadar şehircilik yaşantısının Ege dünyasında ortadan
kaybolduğu kabul edilir. Karanlık Çağ olarak adlandırılan bu dönemde yerel üretime
dayalı ekonomilere dayalı basit koy toplumları bu dönemi karakterize etmiştir.
Özellikle İ.Ö. 500 civarı her biri kırsal çevresi (chora), ordusu, kanun ve yasaları ve
ticareti Ön planda tutan yüzlerce kent devleti ortaya çıkmıştır. Bu her bir şehir devleti
bir şehir merkezi savunma duvarları ile çevrili bir şehir, binlerce kişiden oluşan bir
nüfus, kamusal yapılar, caddeler, su sistemleri, tapmaklar ve politik mimari gibi
unsurları mevcuttu. Bu şehir (polis) devletlerinin ortaya çıkması Yunan dünyasının
M.Ö. 700 civarı yazıyla tanışması ardından başlamış ve M.Ö. 500 yılı civan önemli
bir sayıya ulaşmıştır. M.Ö. 700 civarı Karanlık Çağ boyunca küçük boyutta
"Hamlet" niteliğinde daha sonralar şehirlerin oluşmasına zemin hazırlayan küçük
köy ve kasaba yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. Bu Karanlık Çağ yerleşimlerinde
bir tür dini ve politik hiyerarşiden bahsedileceği gibi mimari anlamda şehircilik
olgusunun öncüleri olarak görülebilmektedir. Belirli iç ve dış faktörlerin sonucu
olarak köy ve kasabaların şehirlere dönüşüm sürecinin gerçekleştiği ve bu sürecin
yaşanmasında İ.Ö. 700 civarı hızlanmaya başlayan "orientalization" veya
doğululaşma hareketleri ile birlikte kolonizasyon ve ticaretin artması şehirilerin
ipoleis) ortaya çıkmasında önemli rol oynamış olmalıdır. Şehirsel birimler sadece
kenti oluşturan topluluğun büyüklüğü ile değil, ayrıca topografi düzenleme, farklı
meslek grupları ve kültürel ilerleme seviyesi ile de birbirinden ayrılmaktadır
(Osborne 1996: 1571). Karanlık Çağ diye adlandırılan dönemde bildiğimiz anlamda
bir kentleşmenin varlığından söz etmek güçtür. Î.Ö. 700 civarı ortaya çıkan pek çok
kent, birtakım farklı koy topluluklarının siyasal ve ekonomik nedenlerle bir araya
gelmesiyle ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Bu dönemde, şehirleşme anlamında,
savunma amaçlı birleşmeler yok gibidir. Dönemin pek çok yerleşmesinde savunma
duvarlarının bulunmaması buna kanıt olarak ortaya konabilir. Bununla beraber,
kolonizasyon ve kentleşme Özellikle tarım açısından çorak arazilere sahip güney
Yunanistan'da rağbet görmüştür (Osborne 1996: 1571). Yİne bu yüzyıllarda yoğun
yaşanan kolonizasyon hareketinin doğal sonucu olarak, Yunan kültürü -özellikle de
sanat alanında- güçlü doğu etkisine maruz kalmıştır; bununla beraber, kentleşme ve
kent birimleri Yunan karakterim korumayı başarmıştır (Wycherley 1986: 3).
Bu bağlamda nüfus baskısı, doğal şartları (topografya, iklim, doğal
kaynaklardan faydalanma arzusu), teknoloji (alet ve teknik anlamda değişim ve
yenilikler), tarımın gelişmesi, iş organizasyonu, ticaretin artması, ulaşım
teknolojisinde gelişmeler, din anlamında organizasyon ve kutsal alanların inşası,
idari organizasyonun gelişmesi gibi faktörler antik Yunan dünyası şehirleşme
sürecine katkı yaptığı söylenebilir. Geç Tunç Çağında Ege dünyasında mevcut olan
şehirlerin merkezde cadde planlamasıyla başlayıp dışa doğru genişlemesi olarak
bilinen sistemin (Radial structure) antik Yunan şehircilik anlayışının da temelini
oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Yunan düşünür Aristoteles’e (I.ii. §§ 8–9) göre polis, zaman içinde “köy”
toplumunun gelişmesinin doğal bir ürünüdür (Barker 1958: 4–6). Bundan dolayı da
kentleşme ve siyasal bağımsızlık birbirinden ayrı tutulamaz der (I.ii. §§ 14–16)
(Barker 1958: 6–7). Önceki dönemlerle kıyaslandığında, klâsik dönem kentlerinin en
karakteristik özelliği, dinsel olmayan kamu faaliyetleri için özel alanlar ayrılması ve
bu tür faaliyetler için özel olarak tasarlanmış yapıların bulunmasıdır. Özellikle İ.Ö.
6. yüzyıl ortasından itibaren gelişen stoa yapılarının bu konuda oynadığı rol
yadsınamaz. Kutsal alanlarda ziyaretçileri doğa koşullarından korumaya yönelik bir
yapı olarak ortaya çıkan stoa düşüncesi, zaman içerisinde hem resmî hem de gayr-ı
resmî toplantılara olanak tanıyan mekân niteliği kazanmıştır. Özellikle Hellenistik
Dönem’de, agoraları stoalarla çevrelemek suretiyle kamu alanının sınırlarını
belirlemek oldukça sık karşılaşılan bir uygulama olmuştur.
İ.Ö. 5., 4., ve 3. yüzyıllarda Makedonya, Teselya ve hatta Epirüs içlerine
kadar yayılmış ve bu bölgelerle güney Yunanistan arasında siyasal bağları da
güçlendirmiştir. Örneğin, arkeolojik kanıtlar İ.Ö. 4. ve 3. yüzyıllarda Pella'nm
kültürel açıdan oldukça gelişmiş yapısını ortaya koymaktadır (Osborne 1996: 1572).
Özellikle Hellenistik Dönem Anadolu kentlerinde en güzel örneklerini gördüğümüz
ve kentleşmenin en önemli unsurlarından sayılan plânlı kentleşme, Hippodamik ya
da Izgara kent plânı ile kendini gösterir. M.Ö. 407 yılı civarında Yunan mimar
Hippodamos tarafından planlanan ızgara plan tipi izleyen dönemlerde Yunan
şehirciliği açısından vazgeçilmez olmuştur.
Yunanlılar gibi Romalıların da gündelik hayatları kent odaklıydı. Başkent
Roma, kamu ve özel yapılarıyla kapladığı geniş alan ve bu karmaşık geniş alanın
yönetimi bakımından, İ.Ö. 6. yüzyılda bile, birçok açıdan hem Etrüsk ve Latin
kentlerini anımsatmakta hem de kentleşme için örnek oluşturmaktaydı. Romalılar
yeni bir kent kurarken kimi Etrüsk ritüellerini de izlemişlerdir. Şöyle ki, himaye
aldıktan sonra kentin "çeperi" tunç bir sabanla belirlemek ilk adımdı. Saban izinin
halkı yeraltı tanrılarına karşı koruyan bir anlamı olduğuna inanılırdı. Kent merkezi,
yere kazılan dairesel bir kurban çukuru ile belirlenir; buraya Roma'mn en önemli 3
tanrısına, yani Iupiter, Iuno ve Minerva'ya adanan bir tapınak inşa edilirdi (Owens
2000: 9). İ.Ö. 4. yüzyıla gelindiğinde Roma'mn kentsel işlevleri, askeri ve ekonomik
başarılarla beslenerek biçimsel değişikliklere uğramıştır ve gelecekte alacağı
"megalopolis" unvanının temelleri atılmıştır (Purcell 1996: 1572).
Antik Roma'nın şehircilik anlayışı üzerinde savunma anlayışına ve halkın
refahına yönelik değişimler yaratmıştır. Tipik Roma şehrinin (civitas) merkezi
konumunda olan Forum ızgara planda caddeler ve sistemi çevreleyen bir savunma
duvarından ibarettir. Şehir içi ulaşımı kolaylaştırmak için diyagonal caddeler ızgara
planda oluşturulmuş caddeleri şehir merkezini kapsayacak şekilde keser. Ayrıca bir
nehir genellikle şehrin içinden geçerek ulaşım, su ve kanalizasyon ihtiyaçlarını
karşılar. Roma dünyasında caddeler çok dikkatli olarak planlanmıştır. Özellikle
birbirini merkezde kesen "Doğu/Batı" ve "Kuzey/Güney" caddeleri ana şemayı
oluşturur. Bu ana caddelere paralel uzayan daha dar boyuttaki caddelerin kesişmesi
insula olarak adlandırılan blokların oluşmasına sebep olur.
Özellikle İmparatorluk Dönemi'nin erken evresinde, Roma'nın tek tip
şehirleşme politikası izlediği söylenebilir. Özellikle eyaletlerdeki kentler, barbar
olmadıklarını kanıtlamak istercesine Yunan/Roma kültürünü ortaya koymaya çabalar
gibidir. Bununla beraber başkent Roma da, giderek diğer kentlere benzemeye başlar:
Colosseum, Pantheon ve Forum Traiani gibi görkemli mimarlık uygulamaları,
eyaletlerde görülen mimarînin başkentteki etkileyici yansımaları olarak düşünülebilir
(Purcell 1996: 1572-1573). İmparatorluğa bağlanmış bu kentler Romanitas denilen
ve Roma değerlerini/kültürünü yayan en Önemli unsurlardır. Özellikle İ.Ö. 2.
yüzyıldan itibaren şehir dışında yaşayanlar "köylü" sayılmış ve küçük görülmüştür
(Roth 2000: 304).
İ.Ö. 1. yüzyıl itibariyle Roma, büyük ölçüde bir mimarî dönüşüm içine
girmiştir. Augustus ile beraber kentteki yapıların tuğla görünümü, yerini mermere
bırakır. Pax Romana ile pekişen refah ve siyasal istikrar, tüm imparatorluk
genelindeki şehirlerde de yansımasını bulmuştur. Yunan şehirleşme geleneğinden
kopmadan, yani Hippodamik plânlı (ızgara plân) ve kamu yapılarının merkez
konumdaki forum etrafına yerleştirildiği tipik Roma şehirleri görülür (Freeman 2003:
511).
IV. TROAS ŞEHİRLEŞME SÜRECİNDE SKEPSİS
İç Troas’ta Skepsis antik şehrinin yer aldığı coğrafi birim olan bugünkü
Bayramiç Ovası en erken Tunç Çağı’nın başından beri önemli kültürel gelişmelere
sahne olmuş olmalıydı. Bunun ana nedenleri burada çok geniş tarım alanlarının
olması ve bölgenin en önemli su kaynaklarından Skamander (Kara Menderes)
Nehrinin bu ovanın ortasından geçmesi ve bölgenin tarım alanları için doğal sulama
imkânları sunmasıydı. Skamander nehrini çok önemli kılan faktörlerden birisi de hiç
şüphesiz bu nehir vadisini izleyen karayolunun kıyı Troas ile Kuzeybatı Anadolu
hinterlandını birbirine bağlayan yollardan birisi olmasıdır. Özellikle Troia ve
çevresini, Balıkesir yöresi veya Gediz (Hermos) vadisine bağlayan doğal karayolu
rotalarından birisinin Skamander nehri vadisini izlediği söylenebilir. Skepsis kentinin
bulunduğu, modern adıyla Kurşunlu Tepe bu bağlamda hem Bayramiç Ovasını hem
de Skamander Nehrinin bu bölge ile kısmını kontrol eden bir noktada yer almaktadır.
Tarım ve ticaret gibi iki önemli kavram dolayısıyla Skepsis’in yer seçiminde çok
önemli iki etken olduğu görülmektedir. Buna ek olarak Ida dağı eteklerinde bulunan
Skepsis’in yerel ekonomisini orman ürünleri veya kereste ticaretiyle de güçlendirdiği
söylenebilir. Bu bağlamda İda Dağı köknar ve çam kerestelerinin Skamander nehri
vasıtasıyla kıyı şehirlerine aktarıldığı akla yatkındır. Bu tür bir ticaretin Bronz
çağından itibaren var olmuş olabileceği arkeolojik veriler ışığında değişik kereler
gösterilmiştir (Korfmann 2004; Körpe ve Yavuz 2007). Skepsis sikkelerinde sıklıkla
görülen köknar motifi şehir ekonomisinde bunun önemli bir gelir kaynağı
olabileceğine işaret eder. Skepsis’in yaklaşık 5 km güneyinde yer alan Tongurlu
Köyü yakınlarında Karaincir Mevkiinde yer alan ve Yeşilköy Höyük olarak
adlandırılan prehistorik yerleşim Erken Tunç Çağı başlarını karakterize eden Troia I
Dönemine aittir (Res. V.1 ve Res. V2). İ.Ö. 3. binin başlarında bu Erken Tunç Çağı
yerleşimin Skamander nehri boyunca uzanan karayolu üzerinde yer almasından
dolayı güçlü bir yerleşim haline döndüğü ileri sürülmüştür (Takaoğlu ve diğ. 2008).
Diğer bir deyişle Skepsis’in antik çağda gördüğü görevi Karaincir Mevkiinde
Skamander nehri kenarında yer alan bu Erken Tunç Çağı yerleşimi görmüş
olmalıydı.
Yeşilköy höyükte kaçak kazılar sonucu ortaya çıkarılan ve Çanakkale Arkeoloji
Müzesi'nde saklanan çanak çömleklerin (Res. V.3) Troia I geleneği ile çok yakın
benzerlik göstermesi kıyı Troas ile iç Troas'ta yer alan Erken Tunç Çağı halklarının
aynı geleneği paylaştığı ve birbirleriyle yakın kültürel etkileşim içinde olduklarına
işaret eder. Bütün bu veri Bayramiç Ovası ve çevresinin antik çağda gözlemlenen
sistemin bir benzerine Erken Tunç Çağında da var olabileceğini göstermektedir. Bu
kültürel beraberlikte Skamender ve Aesopos nehirlerini takip eden yolların
kullanılması önemli bir etken olmalıydı. Tunç Çağı süresince kullanılan bu yolların
Arkaik dönem ve sonrasında da etkinliğini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Bunu en
güzel örneğini bölgenin Pers hâkimiyeti süresince görmekteyiz.
Res. V.4. Arkaik Paleo-Skepsis Şehri planı
Yeşilköy Höyüğün Erken Tunç Çağı'nda oynadığı rolü Arkaik Çağ'da
olasılıkla yine Skepsis şehrinin 12 km doğusunda yer alan ve İkizce Tepede lokalize
edilen eski Skepsis (Paleo-Skepsis) görmüş olmalıydı (Res. V.4). Paleo-Skepsis,
Arkaik Dönemde iskân gördüğü kabul edilen Neandria, Paleo-Perkote, Assos,
Kebren, Gergis, Gargara ve Lamponia yerleşimleri ile oldukça benzer özellikler
sergiler. Bu Arkaik yerleşimlerin ortak özelliği tepe yerleşimleri niteliğinde olmaları
ve izleyen Klasik Dönemde tepe eteklerinde doğru savunma duvarlarının
genişletilmesi yoluyla yayılmalarıdır. Bu tür tepelik alanların yerleşim olarak
seçilmesi altındaki ana neden savunma ihtiyaçlarına gerek duymalarından
kaynaklanıyordu. Paleo-Skepsis yerleşiminde gözlemlenen Arkaik savunma
duvarları (Res. V.5) ve yapı kalıntıları çağdaşı yerleşimlerdekilere oldukça yakınlık
göstermektedir. Bu yerleşimlerde yaşayan halkların Anadolu'nun yerli halkları
olduğu buralarda ele geçen ve yörenin karakteristik özelliği olan yerel nitelikteki gri
seramiklerden ve ortak bir mimari geleneğe sahip olmasından anlaşılmaktadır.
Paleo-Skepsis halkının hangi tarihte bugün Kurşunlu Tepe'sinde yer alan
Skepsis'e taşındığını (metoikesis) net olarak ifade etmek güçtür. Antik yazarlardan
Strabon'un bu noktada verdiği bilgiler büyük bir önem arz etmektedir. Strabon
(XIII. 1.2) Skepsis'te başlangıçta Troia hanedanından gelen Skamandrios ve
Askanios soyuyla bağlantılı kral (basielus) tarafından idare edilen bir yönetim
sisteminin demokrasi öncesi var olduğunu ifade eder. Yunan dünyasında şehir-devlet
niteliğinde şehirlerin ortaya çıkması Arkaik dönemde gerçekleşir. Burada şehirdevleti
ve şehircilik kavramlarının eş anlamlı olduğu göz önüne alınmalıdır. Bu
şehircilik oluşum sürecinde gelişen şehirler bu süreçte birbirlerinden etkilenerek
politik organizasyonu öğrenmiş olmalıdır. Her bir Yunan şehir devleti bağımsız
kültür ve politik organizasyon geliştirmişlerdir. Politik anlamda bütün Yunan
şehirleri başlangıçta politik anlamda basileus adı verilen krallarla yönetilen monarşi
türü yönetimlere sahipti. Arkaik dönemde bu monarşi sistemin yerini çoklu yönetim
olan oligarşi aldığı bilinmektedir. Bunun özellikle İ.Ö. 6. yüzyılda Yunan
anakarasında olduğu kadar batı Anadolu'da da şehir devletleri yönetiminde önemli
bir politik form olduğu söylenebilir. Arkaik dönemde Batı Anadolu'nun
kuzeybatısını kapsayan Troas Bölgesi göz önüne alındığında Paleo-Skepsis,
Neandria, Paleo-Perkote, Assos, Kebren, Gergis, Gargara ve Lamponia gibi
yerJeşimİerin ilk şehirleri temsiJ ettiği ve bunların büyük bir kısmının başlangıçta
basilea tarafından yönetildiği varsayılabilir. Strabon tarafından Skepsis'te var olduğu
bilinen Klâsik Dönem öncesi krallık sistemi ile kast edilenin Paleo-Skepsis Arkaik
şehri mi olup olmadığı konusunu net bir şekilde ortaya koymak şu aşamada zor
görülmektedir.
Paleo-Skepsis yerleşiminde yaşayan halkın bu dönem başlangıcında tarımsal ve
ticaret anlamında daha avantajlı özellikler sunan Skepsis’e taşınmış olabileceği
fikrini uyandırmaktadır. Palae-Skepsis’in bulunduğu alan tarımsal faaliyetleri
sürdürmeye imkân kılmaz. Görülen odur ki Klasik Dönemin başlangıcında Bayramiç
ovası ve Skamander nehrinin öneminin artması ile birlikte Skepsis, Palae-Skepsis’ten
gelenlerce yerleşildi. Bu olay ardından ekonomik olarak Skepsis’in hızla büyümeye
başladığını söyleyebiliriz. İ.Ö. 5. yüzyılın otalarında Atina/Delos birliği listelerinde 1
talent vergi ödeyen bir şehir olarak karşımıza çıkmaktadır. Birliğe 3 veya 4 talent
gibi yüksek vergi ödeyen kıyı şehirlerine kıyasla Skepsis’in düşük vergi ödemesi bu
şehre verilen imtiyazla ilgilidir.
İ.Ö. 5. Demokrasi veya halk (demos) yönetimine dayalı istemin Skepsis'e gelişi
daha çok Yunan dünyasında genellikle İ.Ö. 6. yüzyılda gerçekleştiği kabul edilir.
Bulunduğu yöreye göre farklılık gösteren demokrasiye dayalı şehirciliğin ortaya
çıkışı Troas bölgesinde yine İ.Ö. 6. yüzyıl sonu veya İ.Ö. 5. yüzyıl başlarına denk
düşer. Skepsis'te şehircilik sürecinin İ.Ö. 494 yılında Miletos'un Perslİler tarafından
tahribatı ardından buraya Miletoslu göçmenlerin gelmesiyle oldukça hızlandığı
düşünülebilir. Bu bilgileri Miletosluların Skepsis'e yerleştiğini ve ardından kentte
demokrasinin tesis edildiğini ifade eden Strabon (XIV, 635) doğrulamaktadır.
İ.Ö. 5. yüzyılın sonlarında eser veren Ksenophon, (Hellenika 3.1.15) adh
eserine Skepsis'in şehir (urban) anlamında bir polis olduğundan bahseder. Pseudo-
Skylax'da ise Skepsis ismi ikinci toponym olarak gözükmektedir (AioXîbeq 5s
rcötaıç). Ksenophon (Hellenika 3.1.21) aynı zamanda Skepsis akropolünden de
bahseder (ev örj ^Knyûûv dKp7i6A,sı). Kseneophon'un aktardığı bu bilgiler Skepsis'in
M.Ö. 5. yüzyılda tam anlamıyla şehircilik düzeyine ulaştığının bir göstergesi olarak
kabul edilebilir. İ.Ö. 311/310 tarihli Antigonus yazıtında da sürekli olarak polis
olarak nitelenmiştir. Skepsis'in kırsal alanının (chora) ne kadar büyüklükte olduğunu
kestirmek antik yazarlara göre çok güçtür. İ.Ö. 1. yüzyılda yaşamış coğrafyacı
Strabon ise Skepsis kenti surlarla çevrili küçük bir yerleşimi (YloKiyya) de
kapsadığını (XIV. 1.6) ve Kebren'in terriionum'-'undan Skamander Nehri ile
ayrıldığını (XIII. 1.33) da aktarmaktadır. Ksenophon ve Strabon'un yazdıkları ışığında Skepsis'in özellikle Klasik Dönemde önemli bir şehir konumunda bulunduğunu söylemek mümkündür. Kurşunlu Tepe ve şehrin yamaçlarında yapılan yüzey araştırmalarında ele geçen yüzey seramikleri arasında Klasik Dönemi
seramiklerinin genel toplam içinde büyük bir oran tutması bu bilgileri doğrular
gibidir. Klasik dönemde şehir kırsalının özellikle bağcılık açısından aktif bir şekilde
kullanıldığı düşünülebilir.
Res. V. 7. Ön yüzlerinde Pegasus ve arka yüzlerinde üzüm salkımlarının betimli
olduğu î. Ö. 450-400 tarihli gümüş Skepsis sikkeleri. Üstteki örnekte üzüm
salkımları köknar ağacı ile birlikte betimlenmektedir
Skepsis yerleşim alanı dışında yakın çevresinde ve Skepsis'in chora'sı olarak
kabul edilebilecek alanlarda yapılan yüzey araştırmaları çiftlik niteliğinde küçük
boyutlu bazı yerleşim kalıntılarına rastlanılmıştır. Daha çok yapı temel kalıntıları,
çatı kiremitleri, depo kabı parçaları gibi buluntularla temsil edilen bu alanlarda daha
çok geç Klasik ve Helenistik dönem seramikleri gözlemlenmiştir. Bu tür çiftlik tipi
yerleşimlerin daha çok Skepsis şehrinin tarım ihtiyaçlarını karşılayan veya şehri
besleyen sezonluk veya yıl boyu yerleşimler olarak düşünebiliriz. Bu anlamda üzüm
salkımı motifinin görüldüğü şehir sikkeleri arasında Skepsis'in de yer alması şaşırtıcı
değildir. Özellikle Klâsik dönem Skepsis siklerinin arka yüzünde üzüm salkımları
resmedilmesi yaygın bir gelenektir (Res. V.7). Bu bakımdan en azından Klâsik
dönemde Skepsis antik şehri geçim ekonomisinde bağcılığın çok önemli bir yer
tuttuğunu söylemekte sakınca yoktur. Skepsis şehir sikkelerinde özellikle köknar
ağacının hem Klâsik hem de Hellenistik dönemde betimlenmesine karşın üzüm
salkımlarının daha çok Klâsik dönem sikkelerinde betimlenmesi değerlendirilmesi
gereken bir konudur. En azından Skepsis kırsalının Klâsik dönem boyunca tarımsal
anlamda bağcılık açısından önem arz ettiği söylenebilir.
Res. V.8. Skepsis /arsalında bulunan Roma dönemi zeytinyağı üretiminde
kullanılan "Trapetum" parçası "orbis" örnekleri
Roma döneminde de Skepsis şehri dışında kalan alanlarda {territorium) but tür
çiftlik yapılarının varlığı birkaç örnekle bilinmektedir. Bu alanların bugünkü gibi
daha çok bağcılık ve zeytincilik ile ilgili olduğu söylenebilir. Çünkü Skepsis şehri
kırsalında genellikle Roma dönemine ait işlik parçaları da gözlemlenmektedir.
Örneğin burada ele geçen ve halen Çanakkale Arkeoloji Müzesinde saklanmakta
olan Roma dönemi trapetum türü zeytin işliğine ait iki adet orbis buna Örnek olarak
verilebilir (Res. V.8). Skepsis kırsalında Yunan ve Roma dönemlerinde tarımsal
amaçlı kullanılan bu alanların bugün yöre tarım ekonomisinde aktif bir biçimde
kullanıldığı bilinmektedir. Bugün de bağcılık yanı sıra zeytinciliğin bu bölgede
uygulandığı görülmesi antik çağ süresince zeytinciliğin de bağcılık kadar önemli
olabileceğinin göstergesi olabilir. Bu anlamda ileriki yıllarda yapılabilecek kırsal
alanda bulun çiftlik türü yapılarla Skepsis şehri arasındaki ilişkinin detaylı olarak
ortaya konulacağı "Coğrafi Bilgi Sistemi" (GIS) temelli sistemli arazi çalışmaları
önemli sonuçlar doğurabilir.
V. SONUÇ
Antik Antik Çağda Troas Bölgesi şehirlerinin genellikle kıyı bölgelerde
doğal limana sahip alanlarda yoğunlaştığı bugün iyi bilmen bir konudur. Bu
bağlamda Assos, Hamaksitos, Larissa, Kolonai, Sigeion, Lampsakos, Parion ve
Priapos gibi kıyı şehirleri M.Ö. 6. yüzyıl sonları doğru veya İ.Ö. 5. yüzyıl başlarında
önemli birer polis statüsü kazanmıştır. Bu önemli Troas kıyı yerleşimlerinin her biri
sikke basan bire şehir statüsüne erişmelerinde bunların deniz ticaretinde oynadıkları
aktif rol önemli rol oynamıştır. Troas bölgesinde Arkaik dönemin başlangıcı ile
filizlenmeye başlayan şehircilik hareketleri özellikle İ.Ö. 500'lü yıllarda bir hareket
kazanmasında İonya liderliğindeki kolonizasyon hareketleri ve bölgede Pers
hâkimiyeti sonucunda yaşanan politik gelişmeler etken rol oynamıştır. Troas
bölgesi şehirlerinin bu tarihlerde özellikle daha çok kıyısal alanlarda bulunan doğal
yükseltiler üzerinde kurulmuş olması bölgenin ortak bir özelliği gibi görülmektedir.
Bu doğal tepeler üzerinde kurulu kıyı şehirlerinin büyük kısmı aynı zamanda Troas
nehirlerin denizle buluştuğu noktalarda yer aldığından dolayı bunların bulundukları
ortamların aynı zamanda tarımsal zenginliklerinden faydalanarak genelde zeytincilik,
şarapçılık ve küçük ölçekte tahıl üretimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu kıyı
yerleşimlerinin sahip olduğu limanlar aynı zamanda bölgenin maden kaynaklarının
çıkış noktası olarak hizmet etmiştir.
Ova tipi yerleşimlerin ise genel olarak tarım alanlarının bol olduğu Troas'ın
doğu bölümlerinde Granikos Çayı çevresi gibi alanlarda yer alıyor olmalıydı. Doğu
Troas Bölgesinde antik şehirlerin varlığının bilinmemesi de büyük ölçüde bu
durumla ilgili olmalıdır. Batı Troas Bölgesinde coğrafik yapısı gereği ova
yerleşimleri pek bilinmemektedir.
Troas Bölgesi için en yaygın olan yerleşim tiplerinden biri de tepe
şehirleridir. Bu tip yerleşimlerin hem kıyı bölgelerde hem de dağlık Troas olarak
adlandırılan iç Troas'ta karşımıza çıkmaktadır. İç Troas Bölgesinde şehirciliğin
ortaya çıkışı öncesinde bölgenin yerli halkının özellikle yüksek tepeler üzerini
yerleşim amaçlı seçmişlerdir. Geleneksel açıdan her ne kadar söz konusu bu Demir
Çağı veya Arkaik yerleşimleri Troia Savaşları sonrası bölgede kalan halklarla
ilişkilendirilse bile Arkaik dönemde Troas'ın bu bölgesinde yoğunlaşan yerleşimlerin
büyük bir kısmı Aeol halkları ile ilişkilendirilir. Troas Bölgesinde şehirciliğin
temellerinin İ.Ö. 7. yüzyılda atıldığı ve Özellikle İ.Ö. 6. yüzyıl sonu ve 5. yüzyıl
başlarında tam anlamıyla Ionia etkileri sonucu yerleştiği daha önce yukarıda
belirtilmişti. Bu şehirleşme sürecin yaşandığı yerlerin başında Skepsis, Kebren ve
Gergis gibi şehirler ön plana çıkmaktadır. Deniz ticareti ile gelişen kıyı şehirlere
benzer bir şekilde bu kez nehir vadilerini izleyen kara ulaşımına dayalı ticaret ve
tarıma dayalı ekonomi sonucu Skepsis İç Troas Bölgesinde İ.Ö. 500 civarı önemli
konuma ulaşmıştır. Skepsis ve çevresindeki kentlerin kontrol ettiği coğrafya hem
Aesopos vadisi boyunca Granikos Ovasını Edremit körfezine ulaştıran bir yol
üzerinde olması hem de Skamender Nehir vadisi boyunca Batı Troas kıyı şehirlerini
Edremit körfezi ve Hermos Vadisi şehirlerine ulaştıran yolarlınm kesişme noktasını
oluşturmaktadır. Hem Pers hâkimiyeti boyunca hem de İon etkisi boyunca Skepsis
ve çevre şehirlerine sürekli olarak önem verilmesi bu coğrafî önemi ile ilgili
olmalıdır. Bu iki karayolu üzerinde bulunmasından dolayı Skepsis çevresinde
bulunan bereketli tarım alanlarında üretilen ürünler pazarlama olanakları bulmuş
olmalıdır. Bu bakımdan Skepsis'in şehirleşme süreci yaşamasında tarım ağırlıklı
ekonomisinden elde ettiği gelirler önemli olmalıydı. Bu tarım ürünlerine dayalı
üretim ve ticaretine İda Dağı kaynaklı köknar ağacı keresteleri ticareti eklendiği göz
önüne alındığında şehrin nasıl böyle dağlık ortamda geliştiğini anlaşılmaktadır.
Paleo-Skepsis halkının Skepsis'e taşınması süreci (metoikesis) bu dönem
öncesi gerçekleşmiş olmalıdır. Arkaik dönemde basüeus tarafından yönetilen şehrin
Paleo-Skepsis'mi yoksa Skepsis'mi olduğunu net bir şekilde ortaya koymak zordur.
Ama Arkaik Paleo-Skepsis halkı ile bu çevrede mevcut şehir statüsüne erişmemiş
yerleşimlerin halklarının belli merkezde toplanmasının mümkün olabileceği ileri
sürülebilir. Diğer bir deyişle Skepsis ve çevresinin tarımsal ekonomik potansiyele
sahip olması ve ticaret yolları üzerinde stratejik bir noktada bulunması buranın yeni
bir yerleşim olarak seçilmesine sebep olmuş olmalıdır.
Bonn.arla sürümleri sırasında farklı alanlarda ve farklı türde çok sayıda sikke ele geçirilmiştir.
Evciler Köyü’nün doğu tarafında bulunan kubbe görünümlü, Bakırlık Tepe’de işletilmiş bir maden ocağı bulunmaktadır. Bu alanda da çok sayıda farklışehrin sikkesine rastlanmıştır. Bu alan darphane olarak yorumlanmaktadır. Evciler Köyü’nden Ayazma’ya giden yolun güney bölümünde ve Ayazma’nın batısında bulunan yüksek tepenin doruk kısmında bulunan Asarlık Tepe’de, yapı kalıntılarının ve sur parçalarının büyük bir bölümü izlenebilen bir yerleşim alanı bulunmakta ve yüzeyde Hellenistik/Roma Dönemi özelliği gösteren seramik, çatı kiremidi parçaları
izlenebilmektedir. Yerleşimde doksanlı yıllarda yapılan kaçak kazılarda ele geçirilen
Skepsis sikkeleri, Bergama Müzesine satılmıştır. Bu yerleşim, muhtemelen vadi
boyunca iç kısımlara ve Kazdağı zirvesine giden yolları kontrol eden bir karakol
yerleşimi olmalıydı. Ayrıca Skamander Nehrinin doğduğu bu vadi, orman
ürünlerinin yoğun olarak işletilerek Skamander nehrinin su gücü ile liman kentlerine
taşındığı yer olmalıdır. Evciler Köyünün güney bölümünde, Kazdağı yamaçlarında
Pınarlıtaş yerleşmesi bulunmaktadır. Bu alanda çok sayıda Tanrıça Kybele’ye ait
pişmiş toprak figürin parçalarına rastlanması, bu alanı Kybele Kutsal Alanı olarak
yorumlanmasına nedendir (Başaran 1989).
Mollahasan Köyü’nden başlayarak, Karaköy’e kadar Skamander nehrinin her
iki tarafındaki alanlarda, her dönemde küçük yerleşimler bulunmaktadır. Bunların en
önemlileri arasında Yeşilköy köyü ile Tongurlu köyleri arasında Karaincir
Mevki’inde bulunan Yeşilköy yerleşmesidir. Skamander nehrinin hemen kenarında
bulunan höyük, 2001 yılındaki kaçak kazılar sonucu gaga ağızlı, askılı kulplu el
yapımı çok sayıda kap, dokuma tezgâh ağırlıkları ve aletler ele geçmiştir. Bu kaplar
el ile yapılmış oldukça kaliteli kaplar olup, benzerleri ile en yakının bulunan Troia
kazılarında çıkan kaplarla karşılaştırıldığında, Erken Bronz Çağ (Troia I) dönemine
tarihlenen kaplarla aynı döneme aittirler. Bu da gösteriyor ki Skepsis ve çevresi (İç
Troas Bölgesi), Troas bölgesi tarihi içerisinde önemli bir yere sahip durumdadır.
Külçüler köyü sınırları içinde bulunan Külcüler kaplıcası antik çağlarda işlevine
başladığına işaret edebilecek, kaplıca civarında temel kalıntıları ve seramik parçaları
gözlenmiştir. Ayrıca kaplıcanın 500 m kadar doğusunda bir höyüğün varlığını tespit
ettik. Bu höyük üzerinde yapılan araştırmalarda, temel kalıntıları ve Roma dönemi
özellikleri gösteren çok yoğun seramik parçaları bulunduğunu tespit ettik. Daha
doğuda Kaz Dağlarının eteklerinde bulunan Karaköy Köyü civarında bir yerleşimin
bulunduğu, köyün hemen batı tarafında bulunan kesme blok taşlardan ve daha önceki
yıllarda yol yapımı sırasında bulunan ve Çanakkale Müzesi’ne getirilen mezar
stellerinden de anlaşılmaktadır.
III. ANTİK ÇAĞDA ŞEHİRCİLİK
Yüksek lisans tezinin bu bölümü daha çok şehir kavramı ve bununla ilgili
kuramsal bakış açılarını değerlendirerek antik Yunan ve Roma dünyasında
şehirciliğin yapısı konusunda bilgi vermektir. Bunun ardından Antik Çağda mevcut
yerleşim tipleri ortaya konularak yerleşim seçiminde coğrafî faktörlerin yeri
irdelenecektir. Bu tür bir yaklaşımların Skepsis yerleşiminde şehirciliğin neden ve
nasıl geliştiği konusunda bir takım değerlendirmeler yapmamıza faydalı olacağı
düşünülmektedir.
III.1. Şehir Kavramı
Şehir kelimesine eşdeğer anlam taşıyan kelimelere ilk kez Orta Çağ’da
Civitas ve Burg=Burgus olmak üzere iki şekilde rastlanmaktadır (Kolb 2005: 11).
Civitas kelimesi Latince’de “savunma altına alınmış bölge” anlamına gelmektedir. 2
Burg/Burgus kelimesinin kökeni ise Roma Dönemi’ne kadar geri gider ve bugün
kale3 diyebileceğimiz yerleşme anlamına gelir. Günümüzde kullanılan şehir kelimesi
ise 11. yüzyıldan itibaren Burg/Burgus kelimesi ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır
(Kolb 2005: 15). Eski dünyada kavram olarak şehir kelimesinin tanımı ise oldukça
tartışmalıdır. Avustralyalı arkeolog Gordon Childe 1936 yılında yayınlanan Man
Makes Himself ve 1942 yılında yayımlanan What Happened in History isimli
başyapıtlarında ‘Kentsel Devrim’ diye bir olgudan bahsederek şehir kavramını
tanımlamayı denemiştir. Daha sonra ise 1950 yılında The Urban Revolution isimli
makalesinde şehir tanımını daha da somutlaştırarak, bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için bir takım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler şu şekilde özetlenebilir
(Childe 1950: 9–16; Çevik 2005: 8–10):
2 Civitas kelimesinden şehirde yaşama anlamına gelen Civilization ve Civility kelimeleri türemiştir.
Arapçada uygarlık anlamına gelen medeniyet kelimesi de yine Medine şehrinde yaşama anlamına
gelmektedir. Aynı şekilde uygar kelimesi ile Uygur arasında bağlantı kurmak ta mümkündür, Çevik
2005
3 Türkçede kullanılan ‘burç’ kelimesinin kökeni de ‘burg/burgus’ kelimesine gider. Yine ‘Burjuva’
kelimesi de ‘burg/burgus’ ta yaşayan insan anlamına gelmektedir.
Nüfus yoğunluğu: Kent sayılması gereken ilk yerleşimler Childe tarafından
tanımlanan ‘Neolitik Devrim’ isimli olgudaki yerleşimlerden hem kapsadıkları alan
bakımından daha büyük olmalı hem de daha yoğun bir nüfusa sahip olmalıdırlar.
Güney Mezopotamya’da yeni oluşan Sümer kentlerinin nüfusları 7000- 20000
arasında, hatta Hindistan’ın kuzeyinde ve Pakistan’ın Pencap eyaletindeki Indus
Vadisi’nde bulunan Mohanjo Daro ile Harappa yerleşimlerinin nüfusları daha da
fazladır. Örneğin Güney Mezopotamya’da İ.Ö.. 3. bine tarihlenen Lagaş, Umma ve
Hafaji’nin nüfusları sırasıyla 19.000, 16.000 ve 12.000’dir (Childe 1974, 69).
Mohanjo Daro’nun büyüklüğü 2,5 km2‘dir, Childe 1974, 88. Genel olarak
Mezopotamya’daki yerleşimler için 1 hektar yerleşmeye 200 kişi hesabedilir, Kolb
2005, 271. 1km2= 100 hektar olduğuna göre 2,5 km2 = 250 hektar eder. Buna göre
Mohanjo Daro’nun nüfusu da 250 x 200= 50.000 kişi olmalıdır.
Artı ürün oluşması ve depolanması (Surplus): Sürekli olarak aynı yerde yaşama
ve düzenli sulama sonucu ihtiyaçtan fazla üretilen ürünlerin tapınağa ya da krala
bağlı depolarda toplanması. Bu ürünlerin daha sonra tapınak ya da savunma duvarı
gibi ortak ihtiyaçlar için gerekli ortak çalışmalarda ücret ya da öğün olarak
dağıtılması.
Yönetici sınıfın oluşması: Saray ve Tapınak depolarında biriken artı ürünün
toplanmasının sağlayan bir kral ve bu toplamanın denetimi ile dağıtımını organize
eden rahip, askeri ve sivil yöneticiler, memurlardan oluşan, üretime katılmadıkları
halde üretimden en çok payı alan idareciler oluşmuştur.
Teknoloji ve bilim alanındaki gelişmeler: Daha fazla verim alabilmek için
sulama kanallarının inşası, geometri ve astronomi bilgisinin geliştirilerek düzenli
tarım için takvimlerin oluşturulması, ticaret için gerekli ölçü sisteminin dolayısı ile
matematiğin geliştirilmesi ve birikimlerin aktarılması için yazının geliştirilmesi.
Yazının gelişmesi: Bilgi aktarımını sağlamak, önemli olayları kaydetmek ve en
önemlisi de tapınak ve sarayların depolarında toplanan ürünün kayıtlarını yapabilmek
için işaretler sisteminin gelişimin sağlanması gerekmektedir. Bu işaretler
Mezopotamya’da kil tabletler üzerine, Mısır’da ise papirüsler üzerine kaydedilmiştir.
Anıtsal yapılar: Anıtsal yapılar köyleri kentlerden ayırır. Güney
Mezopotamya’da oluşan ilk yerleşimlerde yüksek platformlar üzerinde büyük
tapınaklar ve zigguratlar inşa edilmiştir. Bu görkemli tapınakların etrafında rahiplerin
yaşadığı mekânlar, tapınağa hizmet eden işlikler ve artı ürünleri depolamaya yarayan
büyük tahıl ambarları yer almaktadır. Yine urban yaşayışın sembolü olan yöneticilere
ait saraylar da anıtsal yapılara en güzel örnekleri oluştururlar.
Mesleki sınıflaşma: Kentsel sınıfın büyük bir kısmının halen tarımla uğraştığını
kabul etmekle birlikte, köylerden farklı olarak tüm zamanını tarım dışındaki rahiplik,
ticaret, taşımacılık, yazıcılık, mühürcülük ve madencilik gibi uzman zanaatkârlık
yaparak ürettikleri ürünleri bir bedel karşılığında tarım yapan kişilerle değişen insan
gruplarının oluşması.
Yakın ve uzak ticaret: Üretilen artı ürünün bir kısmı yerel olarak elde
edilemeyen hammaddenin ticaret ve sanayide kullanılması için uzak mesafelerden
temin. Hammaddelerle birlikte yönetici sınıfın lüks yaşantısı için gerekli olan ender
ve pahalı maddelerin getirilmesi.
Sanat eserlerinin ortaya çıkması: Kentte yaşayan ve artı ürünle beslenen
sanatçılar sanatın ifade şekline de belirli bir yön vermişlerdir. Paleolitik çağda
mağaralarda yaşayan insanlar doğada gördüğü objeleri doğal ve somut olarak mağara
duvarlarına yansıtmayı becerebilmişlerdir. Neolitik çiftçiler ise bunu çok daha az
yapmışlardır. Nesneleri daha çok soyut ve geometrik olarak semboller şeklinde
göstermeyi tercih etmişlerdir. Kentleşme sürecinde ise Mısır, Güney Mezopotamya
ve İndus Vadisi’ndeki kent merkezlerinde heykel, tasvir ve mühürcülükte avcı
toplayıcı toplulukların naif doğallığı ve neolitik çiftçilerin stilize sembolleri yerine
daha ince ve kuramsallaşmış üsluplar oluşmuştur.
Devlet oluşumunun bir parçası olması: Gezici zanaatkârlıktan yerleşik
zanaatkârlığa geçen insanların hammadde gereksinimi sağlamak ve kendi soyundan
birlikte yaşadığı insanların güvenliğini sağlamak için devlet oluşumuna ihtiyaç
vardır. Yine yönetici, rahip, zanaatkâr ve çiftçiler arasında düzenli bir hayatın var
olabilmesi için organik bir bağa bunun için de devlet oluşumuna gereksinim vardır.
Bu kriterlerin hepsinin birlikte olmasının arkeolojik açıdan tespiti her zaman
mümkün değildir. Bu yüzden bazı araştırmacılar antik dönemde şehir kavramını
oldukça basite indirgemişlerdir. Örneğin Ufuk Esin Anadolu’da prehistorik dönemde
genelde höyük şeklinde bir yerleşim sistemi olduğu için şehir olabilme kriterini farklı
höyük boyutları ile tespit yoluna gitmiştir. Esin’e göre 200- 250m ile 300- 350m
çapında ve 7m yüksekliğindeki höyükler şehir, bunun üzerindekiler büyük şehir
altındakiler ise köydür Esin 1982, 13- 21). Düz yerleşimlerin yoğun olduğu
Mezopotamya’da ise H. J. Nissen seramik dağılımlarını örnek göstererek bir yerin
şehir olabilmesi için yalnızca merkezi bir yerleşim olmasının yeterli olacağını
söylemektedir (Nissen 1975: 9- 40). Yani belirli bir seramik tipinin üretildiği
yerleşim yeri şehir ve bu seramiğin az miktarda bulunduğu yerleşimler ise bu şehre
bağımlı yaşamını sürdüren daha küçük yerleşimlerdir. Bazı uzmanlar ise Childe’ın
şehir olma kriterlerinin yalnızca birkaç maddesini alıp kendileri yeni maddeler
önermişlerdir. Örneğin M. Liverani´ye göre bir yerleşimin şehir olabilmesi için altı
unsur gerekir (Liverani 1997);
1- Yoğun bir nüfusa sahip olması
2- Nüfusun önemli bir kısmının bu yoğunlaşmanın içerisinde aktif olarak yer
alması
3- Mesleki uzmanlaşma
4- Kamu binalarının bulunması
5- Savunma duvarı
6- Merkezi yerleşim fonksiyonu
Görüldüğü üzere ilk dört madde G. Childe’in kriterleriyle aynıdır. Liverani yeni
olarak savunma duvarı ile merkezi yerleşim koşulunu yani şehre bağlı uydu
yerleşimlerin olması gerektiği kriterini getirmiştir. M. Liverani’ni kriterleri ile benzer
koşullar sunan bir başka konu uzmanı F. Kolb’te yine bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için altı kriter şart koşmuştur (Kolb 2005: 15);
1. Yerleşimin topoğrafik ve idari bakımdan bir bütünlük göstermesi
2. Binlerce kişiden oluşan bir nüfusa sahip olması (en az 1000 kişi alt sınır
olarak gösterilmiştir)
3. Nüfus yoğunluğuna bağlı olarak gelişmiş bir işbölümü ve farklı sosyal
sınıflar
4. Çeşitli anıtsal mimari yapılar
5. Urban yaşam şekli
6. Belirli bir bölge için yerleşimin merkezi fonksiyonu olması
Frank Kolb yerleşimin merkezi fonksiyonunun ticari olduğu kadar idari merkez
ya da dini merkez de olabileceğini belirtir (Kolb 2005: 15). Ayrıca tüm bu altı
kriterin her zaman birlikte tespit edilmesinin zor olduğunu ancak ilk dört kriterin
şehir tanımı için olmazsa olmaz koşullar olduğu söyler.
III.2. Antik Yunan ve Roma’da Şehircilik
Geç Bronz Çağı sonunda Miken Devlerinin MÖ. 1200 civan çöküşü
ardından İ.Ö. 8. yüzyıl sonuna kadar şehircilik yaşantısının Ege dünyasında ortadan
kaybolduğu kabul edilir. Karanlık Çağ olarak adlandırılan bu dönemde yerel üretime
dayalı ekonomilere dayalı basit koy toplumları bu dönemi karakterize etmiştir.
Özellikle İ.Ö. 500 civarı her biri kırsal çevresi (chora), ordusu, kanun ve yasaları ve
ticareti Ön planda tutan yüzlerce kent devleti ortaya çıkmıştır. Bu her bir şehir devleti
bir şehir merkezi savunma duvarları ile çevrili bir şehir, binlerce kişiden oluşan bir
nüfus, kamusal yapılar, caddeler, su sistemleri, tapmaklar ve politik mimari gibi
unsurları mevcuttu. Bu şehir (polis) devletlerinin ortaya çıkması Yunan dünyasının
M.Ö. 700 civarı yazıyla tanışması ardından başlamış ve M.Ö. 500 yılı civan önemli
bir sayıya ulaşmıştır. M.Ö. 700 civarı Karanlık Çağ boyunca küçük boyutta
"Hamlet" niteliğinde daha sonralar şehirlerin oluşmasına zemin hazırlayan küçük
köy ve kasaba yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. Bu Karanlık Çağ yerleşimlerinde
bir tür dini ve politik hiyerarşiden bahsedileceği gibi mimari anlamda şehircilik
olgusunun öncüleri olarak görülebilmektedir. Belirli iç ve dış faktörlerin sonucu
olarak köy ve kasabaların şehirlere dönüşüm sürecinin gerçekleştiği ve bu sürecin
yaşanmasında İ.Ö. 700 civarı hızlanmaya başlayan "orientalization" veya
doğululaşma hareketleri ile birlikte kolonizasyon ve ticaretin artması şehirilerin
ipoleis) ortaya çıkmasında önemli rol oynamış olmalıdır. Şehirsel birimler sadece
kenti oluşturan topluluğun büyüklüğü ile değil, ayrıca topografi düzenleme, farklı
meslek grupları ve kültürel ilerleme seviyesi ile de birbirinden ayrılmaktadır
(Osborne 1996: 1571). Karanlık Çağ diye adlandırılan dönemde bildiğimiz anlamda
bir kentleşmenin varlığından söz etmek güçtür. Î.Ö. 700 civarı ortaya çıkan pek çok
kent, birtakım farklı koy topluluklarının siyasal ve ekonomik nedenlerle bir araya
gelmesiyle ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Bu dönemde, şehirleşme anlamında,
savunma amaçlı birleşmeler yok gibidir. Dönemin pek çok yerleşmesinde savunma
duvarlarının bulunmaması buna kanıt olarak ortaya konabilir. Bununla beraber,
kolonizasyon ve kentleşme Özellikle tarım açısından çorak arazilere sahip güney
Yunanistan'da rağbet görmüştür (Osborne 1996: 1571). Yİne bu yüzyıllarda yoğun
yaşanan kolonizasyon hareketinin doğal sonucu olarak, Yunan kültürü -özellikle de
sanat alanında- güçlü doğu etkisine maruz kalmıştır; bununla beraber, kentleşme ve
kent birimleri Yunan karakterim korumayı başarmıştır (Wycherley 1986: 3).
Bu bağlamda nüfus baskısı, doğal şartları (topografya, iklim, doğal
kaynaklardan faydalanma arzusu), teknoloji (alet ve teknik anlamda değişim ve
yenilikler), tarımın gelişmesi, iş organizasyonu, ticaretin artması, ulaşım
teknolojisinde gelişmeler, din anlamında organizasyon ve kutsal alanların inşası,
idari organizasyonun gelişmesi gibi faktörler antik Yunan dünyası şehirleşme
sürecine katkı yaptığı söylenebilir. Geç Tunç Çağında Ege dünyasında mevcut olan
şehirlerin merkezde cadde planlamasıyla başlayıp dışa doğru genişlemesi olarak
bilinen sistemin (Radial structure) antik Yunan şehircilik anlayışının da temelini
oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Yunan düşünür Aristoteles’e (I.ii. §§ 8–9) göre polis, zaman içinde “köy”
toplumunun gelişmesinin doğal bir ürünüdür (Barker 1958: 4–6). Bundan dolayı da
kentleşme ve siyasal bağımsızlık birbirinden ayrı tutulamaz der (I.ii. §§ 14–16)
(Barker 1958: 6–7). Önceki dönemlerle kıyaslandığında, klâsik dönem kentlerinin en
karakteristik özelliği, dinsel olmayan kamu faaliyetleri için özel alanlar ayrılması ve
bu tür faaliyetler için özel olarak tasarlanmış yapıların bulunmasıdır. Özellikle İ.Ö.
6. yüzyıl ortasından itibaren gelişen stoa yapılarının bu konuda oynadığı rol
yadsınamaz. Kutsal alanlarda ziyaretçileri doğa koşullarından korumaya yönelik bir
yapı olarak ortaya çıkan stoa düşüncesi, zaman içerisinde hem resmî hem de gayr-ı
resmî toplantılara olanak tanıyan mekân niteliği kazanmıştır. Özellikle Hellenistik
Dönem’de, agoraları stoalarla çevrelemek suretiyle kamu alanının sınırlarını
belirlemek oldukça sık karşılaşılan bir uygulama olmuştur.
İ.Ö. 5., 4., ve 3. yüzyıllarda Makedonya, Teselya ve hatta Epirüs içlerine
kadar yayılmış ve bu bölgelerle güney Yunanistan arasında siyasal bağları da
güçlendirmiştir. Örneğin, arkeolojik kanıtlar İ.Ö. 4. ve 3. yüzyıllarda Pella'nm
kültürel açıdan oldukça gelişmiş yapısını ortaya koymaktadır (Osborne 1996: 1572).
Özellikle Hellenistik Dönem Anadolu kentlerinde en güzel örneklerini gördüğümüz
ve kentleşmenin en önemli unsurlarından sayılan plânlı kentleşme, Hippodamik ya
da Izgara kent plânı ile kendini gösterir. M.Ö. 407 yılı civarında Yunan mimar
Hippodamos tarafından planlanan ızgara plan tipi izleyen dönemlerde Yunan
şehirciliği açısından vazgeçilmez olmuştur.
Yunanlılar gibi Romalıların da gündelik hayatları kent odaklıydı. Başkent
Roma, kamu ve özel yapılarıyla kapladığı geniş alan ve bu karmaşık geniş alanın
yönetimi bakımından, İ.Ö. 6. yüzyılda bile, birçok açıdan hem Etrüsk ve Latin
kentlerini anımsatmakta hem de kentleşme için örnek oluşturmaktaydı. Romalılar
yeni bir kent kurarken kimi Etrüsk ritüellerini de izlemişlerdir. Şöyle ki, himaye
aldıktan sonra kentin "çeperi" tunç bir sabanla belirlemek ilk adımdı. Saban izinin
halkı yeraltı tanrılarına karşı koruyan bir anlamı olduğuna inanılırdı. Kent merkezi,
yere kazılan dairesel bir kurban çukuru ile belirlenir; buraya Roma'mn en önemli 3
tanrısına, yani Iupiter, Iuno ve Minerva'ya adanan bir tapınak inşa edilirdi (Owens
2000: 9). İ.Ö. 4. yüzyıla gelindiğinde Roma'mn kentsel işlevleri, askeri ve ekonomik
başarılarla beslenerek biçimsel değişikliklere uğramıştır ve gelecekte alacağı
"megalopolis" unvanının temelleri atılmıştır (Purcell 1996: 1572).
Antik Roma'nın şehircilik anlayışı üzerinde savunma anlayışına ve halkın
refahına yönelik değişimler yaratmıştır. Tipik Roma şehrinin (civitas) merkezi
konumunda olan Forum ızgara planda caddeler ve sistemi çevreleyen bir savunma
duvarından ibarettir. Şehir içi ulaşımı kolaylaştırmak için diyagonal caddeler ızgara
planda oluşturulmuş caddeleri şehir merkezini kapsayacak şekilde keser. Ayrıca bir
nehir genellikle şehrin içinden geçerek ulaşım, su ve kanalizasyon ihtiyaçlarını
karşılar. Roma dünyasında caddeler çok dikkatli olarak planlanmıştır. Özellikle
birbirini merkezde kesen "Doğu/Batı" ve "Kuzey/Güney" caddeleri ana şemayı
oluşturur. Bu ana caddelere paralel uzayan daha dar boyuttaki caddelerin kesişmesi
insula olarak adlandırılan blokların oluşmasına sebep olur.
Özellikle İmparatorluk Dönemi'nin erken evresinde, Roma'nın tek tip
şehirleşme politikası izlediği söylenebilir. Özellikle eyaletlerdeki kentler, barbar
olmadıklarını kanıtlamak istercesine Yunan/Roma kültürünü ortaya koymaya çabalar
gibidir. Bununla beraber başkent Roma da, giderek diğer kentlere benzemeye başlar:
Colosseum, Pantheon ve Forum Traiani gibi görkemli mimarlık uygulamaları,
eyaletlerde görülen mimarînin başkentteki etkileyici yansımaları olarak düşünülebilir
(Purcell 1996: 1572-1573). İmparatorluğa bağlanmış bu kentler Romanitas denilen
ve Roma değerlerini/kültürünü yayan en Önemli unsurlardır. Özellikle İ.Ö. 2.
yüzyıldan itibaren şehir dışında yaşayanlar "köylü" sayılmış ve küçük görülmüştür
(Roth 2000: 304).
İ.Ö. 1. yüzyıl itibariyle Roma, büyük ölçüde bir mimarî dönüşüm içine
girmiştir. Augustus ile beraber kentteki yapıların tuğla görünümü, yerini mermere
bırakır. Pax Romana ile pekişen refah ve siyasal istikrar, tüm imparatorluk
genelindeki şehirlerde de yansımasını bulmuştur. Yunan şehirleşme geleneğinden
kopmadan, yani Hippodamik plânlı (ızgara plân) ve kamu yapılarının merkez
konumdaki forum etrafına yerleştirildiği tipik Roma şehirleri görülür (Freeman 2003:
IV. TROAS ŞEHİRLEŞME SÜRECİNDE SKEPSİS
İç Troas’ta Skepsis antik şehrinin yer aldığı coğrafi birim olan bugünkü
Bayramiç Ovası en erken Tunç Çağı’nın başından beri önemli kültürel gelişmelere
sahne olmuş olmalıydı. Bunun ana nedenleri burada çok geniş tarım alanlarının
olması ve bölgenin en önemli su kaynaklarından Skamander (Kara Menderes)
Nehrinin bu ovanın ortasından geçmesi ve bölgenin tarım alanları için doğal sulama
imkânları sunmasıydı. Skamander nehrini çok önemli kılan faktörlerden birisi de hiç
şüphesiz bu nehir vadisini izleyen karayolunun kıyı Troas ile Kuzeybatı Anadolu
hinterlandını birbirine bağlayan yollardan birisi olmasıdır. Özellikle Troia ve
çevresini, Balıkesir yöresi veya Gediz (Hermos) vadisine bağlayan doğal karayolu
rotalarından birisinin Skamander nehri vadisini izlediği söylenebilir. Skepsis kentinin
bulunduğu, modern adıyla Kurşunlu Tepe bu bağlamda hem Bayramiç Ovasını hem
de Skamander Nehrinin bu bölge ile kısmını kontrol eden bir noktada yer almaktadır.
Tarım ve ticaret gibi iki önemli kavram dolayısıyla Skepsis’in yer seçiminde çok
önemli iki etken olduğu görülmektedir. Buna ek olarak Ida dağı eteklerinde bulunan
Skepsis’in yerel ekonomisini orman ürünleri veya kereste ticaretiyle de güçlendirdiği
söylenebilir. Bu bağlamda İda Dağı köknar ve çam kerestelerinin Skamander nehri
vasıtasıyla kıyı şehirlerine aktarıldığı akla yatkındır. Bu tür bir ticaretin Bronz
çağından itibaren var olmuş olabileceği arkeolojik veriler ışığında değişik kereler
gösterilmiştir (Korfmann 2004; Körpe ve Yavuz 2007). Skepsis sikkelerinde sıklıkla
görülen köknar motifi şehir ekonomisinde bunun önemli bir gelir kaynağı
olabileceğine işaret eder. Skepsis’in yaklaşık 5 km güneyinde yer alan Tongurlu
Köyü yakınlarında Karaincir Mevkiinde yer alan ve Yeşilköy Höyük olarak
adlandırılan prehistorik yerleşim Erken Tunç Çağı başlarını karakterize eden Troia I
Dönemine aittir (Res. V.1 ve Res. V2). İ.Ö. 3. binin başlarında bu Erken Tunç Çağı
yerleşimin Skamander nehri boyunca uzanan karayolu üzerinde yer almasından
dolayı güçlü bir yerleşim haline döndüğü ileri sürülmüştür (Takaoğlu ve diğ. 2008).
Diğer bir deyişle Skepsis’in antik çağda gördüğü görevi Karaincir Mevkiinde
Skamander nehri kenarında yer alan bu Erken Tunç Çağı yerleşimi görmüş
olmalıydı.
SÜRECİNDE SKEPSİS YERLEŞMESİ
Bu yüksek lisans tez çalışması antik Troas bölgesi dağlık yerleşimlerinden
Skepsis şehri üzerine yoğunlaşır. Genel olarak arkeolojide kıyılarda yer alan şehirler
ile iç bölgelerde yer alan kentler arasında önemli farklılıklar vardır. Bu bakımdan
şehirleşme olgusunun denize uzak dağlık alanlarda nasıl gerçekleştiği konusu
arkeolojik anlamda çok araştırılmış bir konu değildir. Örneğin Antik Troas bölgesi
arkeolojine yönelik çalışmalar genellikle Assos, Parion, Troya, ve Aleksandria Troas
gibi kıyı şehirlerinde sürdürülmektedir. Kıyı şehirlerinin ekonomilerinde denizle
bağlantıları ve buna bağlı olarak şehirleşme yapılarının nasıl geliştiği çok iyi
çalışılmış konular arasında yer almaz. Buna rağmen iç Troas’ta da çok önemli
Skepsis, Kebren ve Neandria gibi şehirlerin varlığı bilinmektedir. Bu tür dağlık
bölgelerde şehirciliğin nasıl geliştiği ve bu tür şehirlerin nasıl güçlü ekonomiye sahip
olduğu çok ilgi çekici konulardır. Bu iç Troas şehirleri arasında Skepsis kenti
özellikle çok önemli bir yer işgal etmektedir. Troas bölgesinde yer alan siyasal
olayların iç Troas yerleşimlerinden Skepsis kenti şehirleşme sürecinde önemli etken
olduğu anlaşılmaktadır. Bu siyasi olaylarla bağlantılı olarak Skepsis şehirleşme
açısından kentin ilk kuruluşundan itibaren farklı aşamalarda geliştiğini
gözlemlemekteyiz. Örneğin M.Ö. 310 yılındaki synoekismos (birleşme) süreci ile
birlikte kentin terk edildiği ve hemen ardından yeniden yerleşildiği, Roma
döneminde ise aşağı şehir olarak adlandırılan ovaya doğru genişlediği bilinmektedir.
Bu konularda yüzey araştırma ve kazılara dayalı bir takım bilgiler mevcuttur. Benzer
bir şekilde antik kaynakların ve kenti ziyarete gelen gezgin veya seyyahların kayıtları
da bu konuda önemli bilgi kaynağı durumundadır. Antik Skepsis ile ilgili yapılacak
bu çalışmanın ortaya koyacağı bulgunun dağlık alanlarda veya kıyıya yakın iç
kesilmede yer alan şehirlerin ekonomilerinin neye dayanarak geliştiğini ve bunun
sonucu olarak şehirleşmeye nasıl yansıdığını anlamaya yardımcı olacaktır
This master’s thesis focuses on the nature of urbanization at the ancient city
of Scepsis in the inner Troad. It is commonly accepted that there were main
differences between the cities located at coastal zones and those situated on areas far
from the coast. It is therefore how did those cities develop in areas located outside
the mainstream of coastal maritime trade networks in ancient times is a curious
question that need to be answered. For example, there are valuable archaeological
studies undertaken at several coastal Troadic cities such as Assos, Parium, Troy, and
Alexandria Troas. The patterns of urbanization in such coastal cities were much
shaped by economic incomes resulted from maritime trade. In contrast, how urban
societies such as Scepsis, Cebren and Neandria evolved in the inner parts of the
Troad remains unknown to us. It seems that the ancient Scepsis is one of the best
examples of cities that may be accepted as evidence to show how an urban society
might have evolved in the hinterland of the Troad. The process of urbanization
observed at the inner Trodic city of Scepsis was shaped by the political events that
occurred in the region. Thee evolution of urbanization at Scepsis can be divided into
different stages on the basis of these political developments after its first foundation.
The city was abandoned in 310 B.C. after the synoecism for Alexandria Troas. The
city was re-settled after a short period of time after the peoples of Scepsis were
granted to return to their home city. The territory of Scepsis seems to have grown in
the Roman period. There is archaeological evidence derived from excavations and
surveys to demonstrate this development at Scepsis. The accounts of ancient authors,
epigraphic sources and modern travelers are also important on this subject. It is
hoped that this study about the ancient city of Scepsis will inform us on the ways
how the cities located in the rough environments far from the coastal zones did
develop and how the economic staregies adopted in these cities affected the process
of urbanization there.
Antik Skepsis (Σκέψις) kenti Troas Bölgesi arkeolojisi içinde önemli bir yere
sahiptir. Şehri önemli kılan sebeplerin başında hiç şüphesiz kıyıya uzak dağlık
ortamlarda şehirlerin nasıl gelişmiş olabileceği konusunda bilgi vermesidir. Skepsis
antik çağ ve sonrası Troas Bölgesi kıyı bölgeleri ile Gediz (Hermos) Nehri vadisi
şehirleri arasındaki bağlantıyı sağlayan ve Skamander (Kara Menderes) nehri
boyunca devam eden önemli bir yol üzerinde yer alan önemli bir tarım ve ticaret
kenti olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle İ.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda Skepsis’in
refah içinde bir kent yaşantısına sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemde Skepsis,
ünlü düşünür Aristo ve Theophrastos’un kütüphanesinin Bergama (antik Pergamon)
ve İskenderiye’ye (Aleksandria) taşınmadan önce saklandığı yer olarak ün salmış bir
yerleşim olarak tarihi kaynaklarda yerini almıştır. Kenti önemli kılan bir diğer unsur
da, İda Dağı (Kaz Dağı) eteklerinde olması ve onunla en yakın olarak ilişkilendirilen
kentler arasında yer almasıdır.
Antik yazılı kaynaklar ve arkeolojik veriler ışığında, Skepsis’in iki ayrı
yerleşimden ibaret olduğunu görmekteyiz: Paleo-Skepsis (Eski Skepsis) ve Skepsis.
Paleo-Skepsis’in lokalizasyonu Aesepos ırmağının kaynağının olduğu yerde, yani İda
Dağı eteklerindeki Tongurlu Köyü yakınında bulunan İkizce Tepesi olarak
düşünülmektedir. Skepsis ise Palae-Skepsis’in yaklaşık 10 km batısında Kurşunlu
Tepesi olarak bilinen doğal bir yükselti ve çevresinde kuruludur (Skepsis’in Paleo-
Skepsis’ten gelenler tarafından kurulduğu araştırmacılarca kabul edilmektedir).
Palae-Skepsis’in Arkaik dönemde iskân gördüğü burada ele geçen arkeolojik
buluntular ve antik kaynaklar ışığında doğrulanmıştır. Burada Klâsik döneme ve
sonrasına ait buluntuların ele geçmeyişi, ayrıca Skepsis’te ele geçen ilk arkeolojik
bulguların Klâsik döneme ait olması bu savı doğrular gibidir. Kurşunlu Tepesi’nin
Palae-Skepsis’ten gelenlerce yerleşim için seçilmesi arkasında yatan ana sebeplerin
başında, şüphesiz Skamander nehri kenarındaki konumu ve bu nehri takip eden
önemli bir kara yolunu kontrol altında tutuyor olması olmalıydı. Çünkü Kurşunlu
2 Tepesi olabildiğince geniş bir alanı gözlem altına alan önemli bir stratejik avantaja
sahiptir (Res. I.1). Arkaik, Klâsik ve Hellenistik Dönemler boyunca genellikle tepe
üzerinde bulunan yerleşim, Roma dönemi ve Geç Antik Çağ boyunca şimdiki baraj
gölü altında kalan, batısındaki ovaya doğru yayılmıştır. Aşağı Şehirde özellikle
doksanlı yıllarda gerçekleştirilen kurtarma kazıları, Roma ve Erken Hıristiyanlık
döneminde önemli kamusal yapıların inşa edildiğine işaret etmektedir.
Res. I.1. Skepsis’in Troas bölgesinde konumunu gösteren harita
Batı Troas Bölgesinin kıyı veya kıyıya yakın şehirlerinin iç bölgelerle
bağlantısı antik çağda büyük olasılıkla Skamander nehir vadisini izleyen bir
karayoluyla gerçekleşiyor olmalıydı. Bu ulaşım ağının en azından Tunç Çağı
başlarından itibaren kullanıldığı bilinmektedir. Skepsis’in bu yol üzerinde önemli bir
stratejik noktada yer alması şehrin üst düzey bir refah seviyesi yakalamasında çok
önemli bir etken olmalıydı. İç Troas bölgesini kıyı Batı Troas’a bağlayan Skamender
nehri vadisini takip eden bu yol dışında Skepsis şehri diğer önemli bir rotasında
3 parçası olmalıydı. Skepsis’in bulunduğu alan aynı zamanda Aesopos nehri kaynağını
oluşturduğundan Troas şehirlerine ulaşan bir yol üzerinde de kilit bir noktada
bulunduğu söylenebilir. Nitekim, bölgenin Pers hakimiyeti sürecinde bu yol önem
arz etmiş olabileceğinden dolayı Skepsis özellikle ön plana çıkmıştır. Skepsis’in
yörenin Pers hâkimiyeti süresince önemli bir idari merkez olması da bununla
bağlantılı olduğu düşünülebilir.
Skepsis şehri çevresinde yer alan bereketli ovaların tarımsal açıdan antik çağ
boyunca iyi bir şekilde değerlendirilmiş olması da sayılabilir. Diğer bir deyişle
Skepsis, bugün Bayramiç ovası olarak adlandırılan alandaki önemli tarım
potansiyelinden etkin biçimde faydalanıyor olmalıydı. Skepsis’in chora’sında kalan
Bayramiç Ovası, özellikle tarımsal alanda bölgenin en önemli gelir kaynağını
oluşturmaktadır. Tahılın, bağcılık ve özellikle elma yetiştiriciliği önemli bir
konumdadır. Skepsis’in bastığı sikkelerde köknar ağacı simgesinin olması bir bakıma
şehrin geçim ekonomisinde ormancılığın ne kadar önemli olduğu hakkında ipucu
sunmaktadır
Antik çağda burada izlenen geçim ekonomisinin büyük oranda bugünküne benzer
olduğu kabul edilebilir. Çam ve köknar ağaçları açısından oldukça zengin olan İda
Dağı’nın birçok Troas kentine Bronz çağından beri kaynak sağladığı kabul
edilmektedir. Skamander nehrinin ise tomruk taşımacılığında kullanılmış olabileceği
yönünde önemli bir yaklaşım mevcuttur (Korfmann 2004: 427; Körpe ve Yavuz
2007: 21). Ünlü ozan Homeros’un İlyada (XXIII.110-126) destanında Akhalı
komutan Patroklos’un ölümü ardından yakılması için gerekli olan meşe odunların Ida
Dağından getirdiğini aktarması bu dönemde Ida Dağı ve ağaç potansiyelini
vurgulaması açısından önemlidir (Mark 2005: 1978). Benzer şekilde İ.Ö. 5. yüzyılda
eserlerini vermiş Ksenophon’dan Pers satrapı Pharnazabos’un Ida dağı
kerestelerinden yeni gemiler inşa edilmesini emrettiğini biliyoruz (Hellenika I.1.24-
25). Bu bakımdan, Skepsis’in bugün Kurşunlu Tepesi olarak bilinen yerde
kurulmasının altında yatan sebeplerin başında şehrin etrafında (chora) bulunan tarım
uygun toprakların ve Şehrin eteklerinde bulunduğu Ida Dağının zenginliklerin önemli
rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Roma Dönemi’ne ait bir Skepsis sikkesi üzerinde Üç Güzeller yarışması
betimi. Sağ tarafta İda Dağı üzerinde yargısını açıklayan Paris görülmekte
Yunan mitolojisinin en önemli sembollerinden biri olan İda Dağı ile Skepsis
şehri ile neredeyse özdeşleşmiştir: Yunan mitolojisinde Troia savaşlarının
başlamasındaki etken olan olaylar arasında “Üç Güzeller Yarışması”/“Paris’in
Yargısı” sayılmaktadır. İda Dağı’nda gerçekleştiğine inanılan bu olay, antik çağ
boyunca zaman zaman Skepsis şehri ile birlikte anıldığına dair arkeolojik veriler
mevcuttur. Örneğin İ.S. 2. ve 3. yüzyıl tarihli bazı Roma dönemi Skepsis
sikkelerinde de Troa Yavaşlarının başlamasında etken rol oynayan bu mitolojik konu
yer yer karşımıza çıkmaktadır İda Dağı veya İç Troas Bölgesi denildiği
zaman akla gelen ilk şehirlerden birisi Skepsis’tir.
II. ANTİK SKEPSİS KENTİ
İç Troas Bölgesinin önemli kentlerinden sayılan Skepsis hakkındaki
arkeolojik bilgiler genel olarak beş farklı başlık altında toplanabilir. Özellikle antik
yazarların eserleri Skepsis şehrinin tarihçesi ve yaşadığı siyasal olaylar hakkında
önemli bilgiler sunar. Skepsis ve diğer Troas şehirlerinde ele geçen bazı epigrafik
belgeler de, Skepsis yerleşiminin sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları konusunda
ilgi çekici bilgiler ortaya koymaktadır. Ayrıca, kentteki önemli siyasal olaylar
konusunda da yeni değerlendirmeler yapmamıza ve bunları mevcut arkeolojik
bilgilerle karşılaştırmamıza olanak sağlamaktadır. Antik yazarların eserleri ve
epigrafik belgeler dışında, Skepsis ve yöresine 18. yüzyıldan itibaren gelen
gezginlerin notlarında da şehir ile ilgili ilgi çekici bilgiler bulmaktayız. Bunlar
özellikle günümüze ulaşamayan arkeolojik kalıntıları tanımlamamamıza önemli katkı
sağlamaktadır. 19. yüzyılda Calvert’in burada yaptığı kazılar ile doksanlı yıllarda
Skepsis-Aşağı Şehir’de yapılan kurtarma kazıları, yine Skepsis şehri konusunda
değerlendirmeler yapmamıza imkân sağlamaktadır. Son olarak, yüzey araştırmaları
sonucu elde edilen arkeolojik veriler ile şehir topografyası göz önüne alınmak
suretiyle, mevcut mimari kalıntılar da önemlidir. Antik yazarlar, epigrafik kaynaklar,
gezgin notları, arkeolojik kazılar ve yüzey araştırmalarından oluşan beş önemli veri
grubunun değerlendirilmesi sonucu Skepsis şehri hakkında önemli bilgiler ortaya
konulması umulmaktadır.
II.1. Antik Yazarlara Göre Skepsis
İ.Ö. 8. yüzyıl sonlarında yaşadığına inanılan ve Troas Bölgesi konusunda
önemli bir kaynak olan Homeros’un ünlü İlyada destanında Skepsis adı hiç geçmez.
Fakat Skepsis’in de içinde bulunduğu İda Dağı etekleri hakkında kısa ama oldukça
önemli sayılabilecek bir bilgi ile karşılaşılır: Homeros, İda Dağı eteklerinde “ovadaki
kutsal İlion daha kurulmadan önce, Dardanos tarafından kurulan Dardanie şehrinin
kurulduğu ve Dardanie’lilerin de bol pınarlı İda’nın eteklerinde yaşadıklarından”
bahsetmektedir (İlyada, XX.215). Buna rağmen, Skepsis antik kenti ile ilgili en
önemli bilgileri daha çok İ.Ö. 5. yüzyıl sonu ve 4. yüzyıl başlarında yaşamış tarihçi
Ksenophon ile İ.Ö. 1. yüzyılda yaşamış coğrafyacı Strabon’dan almaktayız. Bu
açıdan Ksenophon kentin klasik dönem tarihi hakkında bize önemli bilgiler
sunarken; Strabon, hem Skepsis’in konumlandırılması hem de kentin Hellenistik
tarihi hakkında önemli bilgiler sunar. İlk önce kentin konumu ve kurulusu ile ilgili
bilgiler i vermekte fayda vardır.
Her ne kadar Skylaks Skepsis’i Aeol sahil kentleri arasında sıralamaktaysa da
(Ps.-Skylaks, 20) , basta Strabon olmak üzere antik kaynaklar ve arkeolojik veriler,
Skepsis’in iç bölgelerde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bununla beraber
Strabon’un verdiği bilgiler de çelişkilidir. Sözgelişi, Strabon eserinin bir bölümünde
(XIII 602-603) Skepsis’i Aesepos Deresi vadisine, diğer bir bölümünde de
Skamandros vadisine (XIII 596) yerleştirmektedir. Bu yüzden birçok araştırmacı
(örneğin H. Kiepert), Skepsis’i yanlış yerde lokalize etmiştir.
Strabon, Paleo-Skepsis’in Kebren’nin yukarısında, İda Dağının en yüksek
kısmında, Polikhna’nın hemen yanında olduğunu ve Aeneias’ın oğlu Askanios ve
Hektor’un oğlu Skamandros tarafından kurulduğunu aktarır. Strabon, Aeneas ve
Hektor soyundan gelen ailelerin uzun süre yönetimi ellerinde tuttuklarını da
söylemektedir. Strabon’dan ayrıca kentin ismi ve neden bu alanın yerleşim seçildiği
konusunda da bilgi alıyoruz. Her yönden görülmesini sağlayan bir yükseklikte
oluşundan dolayı bu yerleşim yerine Yunancada “manzara, temaşa” anlamına gelen
Skepsis adı verilmiştir (Strabon, XIII, 607). Strabon verdiği bu bilgiler, kentin
kuruluşunun Troia Savaşı dönemine kadar indiğine işaret etmektedir.
Strabon'un aktardıklarından, kentin Yunanlıların Troas'a gelmesinden önce
yerli halklar tarafından kurulduğu anlaşılmaktadır (Leaf 1923a: 273). Strabon, tarih
vermeden Miletosluların Skepsis'e yerleştiğini ve ardından kentte demokrasinin tesis
edildiğini sözlerine eklemektedir (Strabon XIV, 635). Öte yandan numizmatik
kanıtlar, Miletosluların bölgeye gelmesinden önce Aiollerin Skepsis'e yerleştiklerini
göstermektedir. Çünkü M.Ö. 5. yüzyıl sikkelerindeki yazıtlar Aeol lehçesiyle
SKAPSION olarak yazılmış iken yüzyılın sonlarında bu îon lehçesiyle yazılmış
SKEPSION olarak karşımıza çıkmaktadır (Akalın 1990: 29). Bu bağlamda "Ψ"
formunun Arkaik bir kullanım olduğunu ve Skepsis dışında genellikle Sicilya
adasında Selinus sikkelerinde de karşımıza çıktığından bahsetmek gerekir. Bu özellik
ilk kez 19. yüzyıl başlarında Troas'ı ziyaret eden James Rennel (1814: 127)
tarafından ifade edilmiştir. Benzer bir şekilde Walter Leaf de M.Ö. 5. yüzyılda
Skepsis'in Aeol karakterini kaybedip İon karakteri kazandığını aktarmaktadır. Leaf,
bunun Özellikle Miletos'un 495 sonrası bölgeye verdiği göçlerden kaynaklandığı
ifade eder (Leaf 1923b: 273).
Yukarda bahsedilen sikkeler Miletos gocunun tarihi hakkında da ipuçları
vermektedirler. Ünlü numizmat Head üzerinde Aeol lehçesi bulunan en eski sikkeleri
MO 460-400 yılları arasına tarihlemektedir (Head HN 2: 548).1 Leaf, bu bilgilere
dayanarak, Miletos’un Ionya isyanının sonunda Persler tarafından ele
geçirilmesinden sonra bazı Milet’lilerin 495/4 tarihinde Skepsis’e geldiklerini ileri
sürmektedir (Leaf 1923a: 275; 1923b: 272). İlaveten, İon takvimi kullanan Skepsis’te
bulunan bir kurşun madalyon, kentin İonya ile olan tarihi ve dini bağları hakkında
ipucu verir (Körpe ve Körpe 2001). Doğu sanatı özellikleri gösteren ve benzer
örneklerini Khios, Samos ve Ephesos’tan da bildiğimiz bu kurşun madalyon
olasılıkla bir kutsal alanda veya tapınağa adak olarak adanmış olmalıydı. Bu tekil
örnek Skepsis’te Arkaik dönemin varlığı konusunda bize veren ilgi çekici bir
arkeolojik veridir.
Troas'in ic bölgeleri İ.Ö. 460'larda Pers hâkimiyeti altında idi. Zira Athenaios,
İ.Ö 464 yılında Perslerle işbirliğinden suçundan ölüm cezasına çarptırılan
Themistokles'e Pers kralı Artakserkses tarafından şarabı için Lampsakos, ekmeği için
Magnesia, eti için Myus, yatağı için Perkote ve giysileri için de Palae-skepsis
(Skepsis) hediye olarak verildiğini söylemektedir (Athenaios, Deipnosophistai 1,54).
Ancak Troas'in bu İç bölgesinin kısa bir sure sonra Attika Delos Birliği'ne dâhil
olduğu anlaşılmaktadır. Zira Skepsis, komşusu Kebren gibi Attika Delos Birliği'ne
1 M.Ö. 480 ve 450 yılları arasında ön yüzünde koşan at veya yarım at tasvirlerinin arka yüzünde ise
ağaç veya asma tasvirlerinin bulunduğu iki değişik tipte sikkeler basmıştır. M.Ö. 460 ile 400 arası
basılan sikkelerin ise ön yüzünde ise Pegasus, arka yüzünde ise palmiye ağacı bulunmaktadır. Skepsis
M.Ö. 460 yılından itibaren Khios standartları kullanmaya başlamıştır.
katılmış ve birliğe vergi ödemiştir. Î.Ö. 454- 451, 446-440 yıllarına tarihlenen ve
birliğe ödeme yapan şehirlerin adlarını içeren kitabelere göre Skepsis, birliğe yıllık 1
talantos katkıda bulunmaktaydı (IG ı 260.8.4; IG ı 261.4.27; IG ı 271.2.3; IG ı
71.3.65; Leaf 1923a: 274). Bu vergi miktarının 3 talent ödeyen komşusu Kebrene ile
kıyaslandığında ilk bakışta düşük olduğu gözlemlenmektedir. Bu listede Skepsis'i
Troas bölgesinde yüksek oranda vergi ödeyen şehirlerin arasında olmaması şehre
tanınan özel imtiyazla açıklanabilir.
Yukarıda da söz edildiği gibi, Skepsis hakkındaki ilk bilgileri Ksenophon’un
Hellenika adlı eserinde öğrenmekteyiz. Ksenophon, dönemin siyasal ve tarihsel
olaylarını anlatırken Skepsis’ten sıkça bahsetmektedir. İ.Ö. 5. yüzyıl sonunda Aeolya
bölgesinin içinde Skepsis’in de yer aldığı kısımlarının Pers satrabı Pharnazabos’a ait
olduğunu ve onun adına bu bölgeyi Dardanos’lu Zenis’in yönettiğinden bahseder.
Zenis’in hastalanıp ölmesinin ardından, satrap Pharnabazos yönetimi Mania’ya verir.
İ.Ö. 399 yılında damadı Meidias tarafından öldürülünceye kadar Skepsis’te önemli
bir yönetim başarısı gösteren Mania, Skepsis’in bu dönemde önemli bir refah
düzeyine ulaşmasını sağlamıştır. Skepsisliler’in Mania’nın öldürülüşünü hoş
karşılamadığı ve Meidias’ı benimsemediği Ksenophon’da açık bir dille ifade
edilmektedir. Skepsis halkı Meidias’tan memnun olmadığından Sparta’lılardan
yardım istenir. Sparta’lı komutan Derkylidas’ın gelişiyle Meidias yönetimi sona erer.
Bu konuyla ilgili olarak Ksenophon şu ifadeleri kullanır (III.20-21):
Her an Mania’nın öcünü almak için Pharnabazos’un geleceğinden korkan
Meidias, elçiler göndererek Derkylidas ile görüşmek ister. Derkylidas
müttefik kentlerden birer rehineyi Meidias’a gönderir ve hangisini isterse
alıkoymasını söyler. On rehine alıkoyduktan sonra Meidias, kentin dışına
Derkylidas bulunduğu yere görüşme yapmak için gelir, Derkylidas’a hangi
koşullar da kendisi ile ittifak yapabileceğini sorar, Derkylidas da şehir
halkını özgür ve özerk bırakmasını söylerken ordusu ile birlikte Skepsis’e
doğru yoluna devam eder. Skepsis’in kapısından içeri girer, Meidias
Derkylidas’ın kente girmesine engel olamayacağını bildiğinden sesini
çıkarmamıştır. Derkylidas kente girer girmez doğruca akropoldeki Athena
Tapınağı’na çıkarak kurbanlar keser, buradaki Meidias’ın muhafızlarını
çıkararak kenti vatandaşlara devredip, özgür insanlara yaraşır şekilde
devleti yönetmelerini istedi sonra ordusunu Gergis’e doğru sevk etti.
MÖ. 5. yüzyılın sonlarında Skepsis'te Athena, Zeus ve Dionysos kültlerinin
var olduğu {Hellenika 3.1.21) ve kentin etrafının görkemli savunma duvarlarıyla
çevrili olduğu {Hellenika 3.1.15) Ksenophon'un verdiği değerli bilgilerden
anlaşılmaktadır. Bu bilgilerden Dionysoz kültüt ile ilgili olan bilgileri Skeopsis'te ele
geçen M.Ö. 4. yüzyıl veya 3. yüzyıla ait olabilecek bir diğer yazıt doğrular gibidir.
Bu yazıtta Dionysos Bambouleios rahipliği ve törenleri için düzenlemeler ifade
edilmektedir (Wilhelm 1900: 54-57; Leaf 1923: 273; Robert 1966: 511).
İ.Ö. 387'deki Kral Barışı ile Persler Anadolu'daki hâkimiyetleri nihayet
tanindi. İ.Ö. 4. yüzyılda yaşamış unlu Atinalı hatip Demosthenes, İ.Ö. 360 yılında
paralı asker Kharidemos'un İlion ve Kebren yanında Skepsis'i de ele geçirdiğini
bildirir. (Deraosthenes XXIII, 154). Kharidemos hedefi buyuk bir olasılıkla, tıpkı
Assoslu banker Eubolos ve onun ardılı Hermias, Sigeion'da Khares'in yaptığı gibi,
bölgede özerk bir dynesteia kurmak idi.
İ.Ö. 334 yılında Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişi ve Troas bölgesinde
Perslilerle yaptığı Granikos savaşı ardından bölgede yeni bir dönem başlamıştır.
M.Ö. 314 ve 311 yılları arasında Büyük İskender'in en güçlü generallerinden
Antigonos Monophtalmos ile Ptolemaios, Lysimakhos ve Kassandros arasında
önemli bir savaş gerçekleşmiştir (Ruzicka 1997: 132; Austin 2006: 84-86). Büyük
İskender'in generallerinden Lysimakhos'un daha önce Antigonos Monophtalmos
tarafından kurulan ve adı "Antigonia" olan kente önem kazandırmak için Skepsis,
Hamaksitos, Neandria, Larisa, Kolonai ve Kebren şehirleri halklarını buraya göç
ettirir ve Antigonia adını Aleksandria Troas olarak değiştirir (Strabon XIII» 89, 94;
Cohen 1995, 145-8)(Cohen 1995). Arkeoloji literatüründe "Skepsis Yazıtları" olarak
bilinen yazıt biran önce huzurlu bir barış ortamı sağlamak isteyen Antigonos'un
Yunan şehirlerine gönderdiği mektubu içermektedir ve şehir hakkında önemli bilgiler
sunar. Skepsis halkına hitaben yazılan bu yazıya karşılık Skepsis halkı (demos) da
Antigonos'un bu davranışına karşılık vermek için onlar da bir yazıt ile onu
onurlandırırlar. Bu iki yazıt Skepsis akropolünde bulunan Athena tapmağına
yerleştirilir (Munro 1889: 337). Antigonos onuruna bir kutsal alan inşa etme ve
festival düzenleme kararı alan Skepsis halkı bunu birer thysia, agon, stephanephoria
ve panegyris ile gerçekleştirirler. Munro'nun bu iki yazıtı Skepsis'e yaptığı gezi
sırasında köylülerin elinde belgelemesi ve bu iki yazıta ait parçaların akropolde ele
geçmesi bunların Athena tapınağına adanmış yazıtlar olduğunu göstermektedir.
Bu birleşmeden (synoikismos) memnun olamayan Skepsis halkı 9 yıllık bir
süre ardından Lysimakhos'tan izin alarak M.Ö. 301 yılında şehirlerine geri
dönerler. Strabon, bu hususta şu bilgileri aktarır: "...Kebrene'nin Skepsis topraklarına
kadar uzandığı tezahür edilebilir. Aralarından akan Skamandros sınırdır. Antigonos
her iki halkı da şimdiki Alaksandria Troas'a vaktiyle Antigoneia olarak adlandırılan
kente iskân edinceye kadar, Kebreneliler ve Skepsisliler birbirleri ile daima düşman
ve savaş halinde idiler. Şimdi Aleksandria'da Kebreneliler kalmamış ve Skepsisliler
ise, Lysimakhoshos'un izniyle ana yurtlarına dönmüşlerdir." (Strabon, XIII, 597).
1950 yılında araştırma için Skepsİs'e gelen J.M Cook burada tespit edilen iki
adet yazıttan Helenistik dönem tarihli olanı önemlidir (Cook 1974: 346, 399, no. 13).
Bu yazıtta erken olanı bir kabileye Skepsis vatandaşlık hakkı verilmesi ile ilgilidir.
Yine bu yazıtta Burada Ksenophon'dan M.Ö. 399 yılında ve M.Ö. 310 tarihli Skepsis
Yazıtından varlığını bildiğimiz Athena tapınağının tekrar bahsedilmesi ilgi çekicidir.
Hellenistik dönemde Skepsis, Athena İlias tapınağı merkezli birliğin üyesi
oldu (Strabo 13.1.54; Leaf 1923a:280-281; 1923b: 281-283). Bu dönemde bölgenin
önde gelen entelektüel merkezlerden biri olan kent birçok filozofu buraya çektiği
gibi, kendisi de önemli düşünürler yetiştirmiştir. Strabon'un aktardığına göre
"Troya'lı Kuvvetlerin Sevk ve İdaresi' kitabının yazarı, gramerci Demetrios da
Skepsisli olup Krates ve Aristarkhhos'la yaklaşık aynı zamanda doğmuştur. Ondan
sonra, Önce filozof olan ve sonradan politik hayata atılan Metrodoros vardır. Bu kişi
kitaplarında retorik öğretmiştir ve çok yeni bir üslup kullanarak pek çok kişiyi
kendisine hayran bırakmıştır. Fakir bir adam olmasına karşın ünü nedeni ile
Khalkedon da parlak bir evlilik yapmayı başarmış ve bundan sonra Khalkedon'lu
olarak anılmıştır." (Strabon, XIII, 610). Strabon ayrıca Theophratos'un kitaplarının
Skepsis'e getirilişini de anlatmıştır:
“Skepsis’den, Erastos, Koriskos ve Koriskos’un oğlu Neleus gibi Sokratik
filozoflar çıkmıştır. Bu sonuncusu Aristoteles ve Theophrastos’un
örgencisi idi. Theophrastos’un kitaplığı miras olarak Neleos’a kaldı ve
bunlar arasında Aristoteles’in kitapları da bulunuyordu. Çünkü Aristoteles
okulunu ve kitaplarını Theophrastos’a vasiyet etmişti ve bildiğim
kadarıyla bu adam kitap toplayan ve Mısır’da krallara bir kitaplığın nasıl
düzenleneceğini ilk öğreten kişidir. İşte bu Theophrastos kitaplarını
Neleos’a bırakmıştır. Neleos kitaplığı Skepsis’e götürmüş ve mirasçılarına
vasiyet etmiştir. Bunlar alelade insanlar oldukları için bir yere kapatmışlar
ve özenle korumamışlardır. Kentlerinin bağlı bulunduğu Attaloslar
Hanedanı krallarının Pergamon Kitaplığı’nı kurabilmek için ne kadar
büyük bir istekle kitap aradıklarını duyduklarında, onları toprağa bir çukur
açarak gömdüler. Fakat çok sonra güve ve rutubet nedeniyle tahrip olunca,
onlardan sonra gelenler bu kitapları, yani Aristoteles Theophrastos’un
kitaplarını büyük bir para karşılığında (M.Ö. 1. yüzyılda) Teoslu
Apellikon’a sattılar. Fakat Apellikon filozoftan ziyade bir kitapseverdi ve
bu nedenle kitapların yenmiş olan kısımlarını yenileme amacıyla eksik
kısımları yanlış bir şekilde tamamlatmak suretiyle, hatalı kopyalar
meydana getirdi. Sonuçta Theophrastos’dan gelmiş olan eski peripatetikler
ekolünün orijinal kitapları yok olmuş ve geriye sadece hatalı ve kolay
anlaşılır yapıtlar kalmıştır. Bu nedenle pratik olarak hiç bir şeyin bu açıdan
felsefesi yapılamamış ve yalnızca basit konular abartılarak konuşulmuştur.
Daha sonra Aristoteles’in kitapları ortaya çıktığında onların doğrultusunda
filozofça tartışmalar yapılabilmişse de, çoğaltma sırasında meydana gelen
kitaplardaki bazı hatalar nedeniyle yine de olasılıklar üzerine konuşulmak
zorunda kalınmıştır. Roma’nın da bu yanlışlıkların yayılmasında çok
büyük katkısı olmuştur. Çünkü Apellikon’un ölümünden hemen sonra,
Atina’yı zapt eden Sulla, kitaplığı Roma’ya taşıdı. Orada Aristoteles’den
hoşlanan gramerci Tyrannion, kütüphanecinin yüzüne gülerek onu elde
etti ve bu kitaplardan yararlandı. Bazı kitapçılarda aynı şeyi yaptılar. Fakat
kötü kopyacılar kullandılar ve yazılan metinleri kontrol etmediler.”
(Strabon, XIII, 609).
Strabon'un aktardıkları göz Önüne alındığında Helenistik dönemde özellikle
Pergamon merkezli Attalos hanedanlığı döneminde Skepsis'in önemli bir felsefe ve
öğrenme merkezi olduğunu göstermektedir (Strabon XIII, 609). Skepsis'in Helenistik
dönemin ünlü kültür merkezi Pergamon Krallığı etkisinde olması coğrafî
konumundan kaynaklanıyor olmalıydı.
İ.S. 1. yüzyılda yaşamış Plinius'un Naturalis Historia (V, 122) adlı eserinde
verdiği bilgiye göre Astyra, Khrysa, Palae-Skepsis, Gergitha, Neandria yerleşmeleri
yok olmuşlardır; ancak Skepsis hala varlığını sürdürmektedir. Fakat Skepsis'in Roma
dönemindeki varlığı konusunda Strabon dışında Roma yazılı kaynaklarının eksik
olması ilgi çekicidir.
Kentin adının Erken Hıristiyanlık döneminde kentin adının St. Cornelius olarak
değiştirildiğini biliyoruz. Roma döneminde bir ordu komutanı (centuriori) olan St.
Cornelius'un Hıristiyanlığa geçerek din değiştirmiş olduğunu ve ardından bu
dönemde Skepsis'in ilk piskopos'u olduğunu bilmekteyiz. İ.S. 431 yılındaki Efes
konsülüne Skepsis piskoposu olarak Athanasius'un katılması şehrin bu dönemde de
önemini sürdürdüğüne işaret etmektedir. Athanasius daha sonra Skepsis
piskoposluğundan Troas piskoposluğuna terfi edildiği tarihi bilgisi tarihi kaynaklarda
mevcuttur (Ramsay 1890: 161-166). Fakat İ.Ö. 787 yılındaki Nicaea konsülünde
temsil edilmeyen kentin bu tarihte artık var olmadığı düşünülür (Schultze 1926: 329;
Chifarl993).
II. 3. Gezgin Kayıtlarında Skepsis
Antik Çağ dünyasında önemli bir yer tutan Skepsis, özellikle 18. yüzyıl
başından itibaren bölgeye gelen gezginlerin dikkatini çekmiştir. 1767 yılında Troas
bölgesinde araştırma yapan Richard Pococke “A Description of the East and Some
other Countries (1743–45)” adlı eserinde ilk defa Skepsis’ten söz eder: Skepsis ve
Palae-Skepsis’in yerinin Çığrı Dağı üzerinde bulunduğunu yazar (Pococke 1743–45:
102). 1801 yılında asıl amacı Kaz Dağındaki eski maden yataklarını araştırmak olan
İngiliz maden mühendisi Edward Daniel Clarke, Kazdağı eteklerinde ve Skepsis’in
bulunduğu Kurşunlu Tepe’de 1801 yılında araştırmalarda bulunarak, Skepsis’i
Skamander Nehrinin kuzey yanında, Andeira, Pionia ve Gargara yolunun üzerinde
lokalize etmektedir. Clarke, Kurşunlu Tepe’de yüz adet blok taştan oluşan bir duvar
kalıntısı bulunan, Dor düzeninde yapılmış bir tapınağa ait kalıntılardan ve başka
mimari kalıntılardan bahsetmektedir (Clarke 1812). William Martin Leake ise
Journal of a Tour in Asia Minor (1824) adlı eserinde bölgedeki araştırmalarında
Skepsis’in Aesepos vadisinde olduğunu belirterek, Strabon ile aynı görüşü paylaşır.
19. yüzyıl başlarında bölgeye gelen bir çok araştırmacı Skepsis şehrinin
varlığından bahsetse bile şehri tam olarak lokalize etmekte güçlük çektiklerini ve
Strabon'un eserine dayanarak Skepsis'i İda Dağı üzerinde bir şehir olarak
yorumladıklarım biliyoruz. Örneğin James Rennel. Observations on the Topography
ofîhe Plain of Troy (1814) adlı eserinde Skepsis'i Koylos veya Gargara tarafında
lokalize etmiştir. Strabon Skepsis'in Palaeskepsis'in hangi yönüne doğru 60 stadia
uzaklıkta olduğunu söylemediğinden dolayı James Rennel Skepsis'i lokalize etmeyi
başaramamıştır. Benzer bir şekilde 1809 ve 1810 yıllarında bölgeye gelen J.C.
Hobhouse (1817: 197, dipnot 607) da yazdığı eserinde bugün Skepsis'in
kaybolduğunu yerinin tam olarak nerede olduğunun bilinmediğini ve lokalize
etmenin güç olduğunu belirtir.
Res. ILI. Skepsis lokalizayonunda önemli rol oynayan Frank Calvert
1860 yılında Çanakkale'de bulunan İngiliz Konsolos Frank Calvert,
Çanakkale'de 38 adet antik yerleşim alanında kaçak kazılar yaptığı gibi, Kurşunlu
Tepe'de bulunan bu antik yerleşimde de incelemelerde bulunur. Akropolde yaptığı
kazılar sonucunda elde ettiği sikkelerden burasının Skepsis antik yerleşimi olduğunu
söyler. Ayrıca yine bu alanlarda çok sayıda Hellenistik Döneme tarihlenen kaplar ile
pişmiş toprak fıgürinleri gün yüzüne çıkarmıştır. Bu eserlerden oluşan
koleksiyonunun bir kısmı bugün hâlâ Çanakkale Arkeoloji Müzesi'nde
bulunmaktadır (Calvert 1865: 53).
1880 yıllarda burada araştırmalarda bulunan Robert P. Pullan, Kurşunlu
Tepe'de yaptığı araştırmalarda, küçük bir tapınağa ait iki kırık parçayı in situ olarak
belgelemiştir. Burada bulduğu 30-40 kadar sikkenin yarısından çoğunun Skepsis
sikkeleri olup; Calvert'in de belirttiği gibi, Kurşunlu Tepe'nin Skepsis antik kenti
olduğunu savunur (Pullan 1915: 32). Bu bakımdan Frank Calvert'in ardından Robert
P. Pullan'ın burada yaptığı araştırmalar Skepsis şehrinin lokalizayonu sorununu
çözen önemli bir çalışma olarak literatürde yerini almıştır.
Yine bu tarihlerde Troia’da kazılar yapmakta olan H Schliemann, 1881 ve
1882 yıllarında Bayramiç ve Kurşunlu Tepe’de de incelemelerde bulunup, sondajlar
açmıştır (bkz. Schliemann 1881 ve 1882). Kurşunlu Tepe’deki kalıntıları
inceleyerek, burayı Dardania olarak tanımlar; kalıntıların etrafını çevreleyen 280 cm
yüksekliğinde ve iri blok taşlarla örülmüş bir sur duvarının bulunduğunu belirtir.
Taşların iç ve dış yüzlerinin düzeltilmiş olduğunu, orta bölümlerinin ise moloz
taşlarla doldurulmuş olduğunu yazar; ve, savunma duvarlarının bir de krokisini çizer.
Ayrıca, akropolün üst kısmında 3 x 180 cm ebatlarında başka bir yapıdan da
bahseder. Schliemann, Calvert’in Skepsis olarak bahsetmiş olduğu Kurşunlu
Tepe’nin Palaeskepsis; bugünkü Bayramiç ilçesinin bulunduğu alanın ise Skepsis
olduğunu söylemiştir.
Eduard Meyer ise bölgeyi daha çok topografya açısından olarak inceleyerek,
Skepsis’in bulunduğu yerin, Strabon’un bilgilerine dayanarak, Aesepos Vadisinde
olamayacağını, Skamander Vadisinde, bölgenin ana giriş kapısı konumunda
olduğunu, yakınında Gergis ve Kebren gibi büyük kentlerin bulunduğunu vurgular.
Heinrich Kiepert, Strabon’un anlattıklarına dayanarak bölgenin bir haritasını çıkarır,
ve Paleoskepsis’i Aesepos kenarında gösterir.
1896 yılında bölgede geniş çaplı bir araştırma yapan Walther Judeich
Kurşunlu Tepe’nin Skepsis kenti olduğuna açıklık getirir. Judeich bir araştırma
gurubu ile Skepsis’i ziyaret etmesi ardından yazdığı Bericht über eine Reise im
nordwestlichen Kleinasien (1898) adlı eserinde Kurşunlu Tepe’de bulunan tapınağı
görür ve Kurşunlu Tepe’nin güneydoğusunda bulunan köylerin evlerindeki
duvarlarda, Kurşunlu tepedeki yapılardan getirilmiş mimari parçaların
kullanıldığından bahsetmektedir. Bu parçalar arasında bulmuş olduğu iki kitabeye
dayanarak burasının Skepsis olduğuna katılarak Kiepert’in yapmış olduğu haritaya
itiraz ederler ve kendilerince ilavelerde bulunurlar (Judeich 1898: 231-240). 1899
yılında J.A.R. Munro bölgeyi ziyaretinde, Judeich’in bahsetmiş olduğu kitabeyi
gördüğünü, bunlardan birisinin Antigonos’un Skepsis halkına yazmış olduğu mektup
olduğunu belirterek. Bayramiç de daha incelenmesi gereken çok kitabe
bulunduğundan bahsetmektedir (Munro 1899: 330).
Yukarıda da belirtildiği gibi Bayramiç yakınlarındaki Kurşunlu Tepe'de
önemli bir antik Yunan kentinin var olduğu 18. yüzyıldan beri bilinmekteydi.
Bölgeyi ziyaret eden Avrupalı seyyahlar, buraya ya Skamandri, ya da
Paleoskepsis'i yerleştirmişlerdi (Leaf 1923b: 269). Ancak İngiliz mimar Pullan,
bölgeyi ziyaret ettiğinde burada bulunan sikkelerin çoğunlukla Skepsis tarafından
darp edildiğine dikkat çekmiş ve Skepsis'in Kurşunlu Tepe'de olması gerektiğini
söylemiştir. Frank Calvert ve Thatcher Frank da Pullan'in tezini kabul etmişlerdir
(Leaf 1923b: 270). Nihayet unlu Alman araştırmacı Walter Judeich, Kurşunlu
Tepe'yi ziyaret ettiğinde burada Skepsis'e ait bir kitabe bulmuş ve Skepsis'in
Kurşunlu'da olduğu kesinlik kazanmıştır (Judeich 1898: 225vd). Benzer şekilde
Skamender Vadisinde bulunan Kurşunlu Tepenin Skepsis olduğu tezini ilk kabul
eden araştırmacılardan biri de Fredrerick William Hasluck'tur (Hasluck 1910: 111).
Walter Leaf, Skepsis ve Kazdağı eteklerinde araştırmalar yapan diğer önemli
araştırmacıdır. Skepsis’i daha önce inceleyen araştırmacıların görüşlerini yorumlar
ve makalesinde Strabon’un anlatımında Skepsis’le ilgili çelişkiler bulunduğundan
bahsetmektedir. Skepsis ile Kebrene toprakları arasında, antik Skamender Nehrinin
sınır olduğunu belirterek; Skepsis’in birçok yolun kesiştiği Kara Menderes Vadisine
hâkim bir yerde bulunduğunu yazmıştır. Skepsis’in bulunduğu Kurşunlu Tepe, 500
ayak yükseklikte oluşu ile Troas bölgesine tam hâkim bir noktada bulunmaktadır.
Sadece Troas Bölgesine değil aynı zamanda, nehir boyunca doğu’ya doğru giden yol,
İda Dağı’nın kuzeyinde bulunan Avunya Ovasına da hâkim bir durumdadır. Aynı
zamanda Kurşunlu Tepe’nin güneyine doğru giderek, Edremit ve Antandros’a doğru
inen yolların başında olması ile de İda dağının güney eteklerinde bulunan kentler için
de hakim bir durumda olduğunu belirtir. Kurşunlu Tepe’de yalnızca toprak
seviyesinde izlenebilen yapılara ait temel kalıntılarının bulunduğunu, yapıların
çoğunun 1793 yılında Bayramiç’te hüküm süren Hadımoğulları tarafından
Bayramiç’teki yapıların inşasında kullanıldığını ve bu tarihten önce Assos harabeleri
kadar heybetli bir görünüme sahip olduğunu anlatmaktadır. İda Dağı’nın jeolojik
yapısından ve eteklerinde oldukça önemli madenlerin olduğundan da söz eder.
William M. Ramsay The Historical Geography of Asia Minor (1890) adlı
eserinde Skepsis’in Bizans Çağı hakkında bilgiler verir. Skepsis’in Hıristiyanlık
zamanında adının ‘’Ayios Koernksos’’ olduğunu belirtir. Ramsay Calvert’in Skepsis
hakkındaki görüşlerin tamamına da katıldığını belirtmektedir. Bu adın İncil’den
esinlenilerek Centurio Cornelius tarafından verilmiş olduğunu belirtir. Ayrıca
Skepsis’in adı İ.S. 431’de Piskopos Athanios ve Efes’li ruhaniler meclisi ‘’Ayraç
Koernalos’’ olduğu belirtilmektedir. Calvert, Kurşunlu Tepe’de bulduğu sikkeler
vasıtası ile Skepsis’in yerini ilk keşfeden araştırmacı olduğunu söylemektedir.
Ramsay’ın yanı sıra, Skepsis’in Hıristiyanlık Döneminde Piskoposluk
merkezi olduğundan bahseden bir diğer araştırmacı da A.D. Mordtmann’dır
(Mordtmann 1972: 32). V. Schultze ise 1920 yılında Troas bölgesinde araştırmalarda
bulunur ve izlenimlerini yayınladığı kitapta Skepsis’ten de bahseder. Skepsis, İç
Troas Bölgesi içinde yer almaktadır, esas Skepsis’in Palae-Skepsis olduğunu bunun
belki de doğudaki dağların içlerinde olduğunu ileri sürmektedir. Skepsis’in Bizans
döneminde Piskoposluk merkezi olarak kaynaklarda geçmesine rağmen herhangi bir
kilise izine rastlamadığını belirtmektedir (Schultze 1922: 391).
Walter Leaf’in belirttiği gibi Clarke (1812) eserinde 200 yıl önce şehir
harabelerinin ayakta olduğunu, fakat 18. yüzyıl sonlarında Osman Hadımoğlu
tarafından Bayramiç'te yaptırılan yapılara, şehrin mimari parçalarının taşındığını
belirtmektedir. Clarke buradaki yapıları ayakta gördüğünü ve bazı yapıların uygun
bir şekilde tamamlandığını söylemektedir. Fakat, Kurşunlu Tepe'nin Skepsis olduğu
konusunda kesin bir karara varamaz. Cook ikinci araştırma gezisini, 1968 yılında
gerçekleştirir. Bu gezisinde Kurşunlu Tepe'de İ.Ö. 5. ve 4. yüzyıllara tarihlenen
seramik parçaları, pişmiş toprak eserler ile süs eşyası yapımında kullanılmış olan taş
kalıplar gördüğünü yazmaktadır (Cook 1972: 345). Cook, Kurşunlu Tepe'sinin
Skepsis olduğunu kabul eder, ancak Strabon'un verdiği bilgilen göz önüne aldığında,
Paleo-Skepsis'in bulunduğu yerle ilgili sorunlar olduğu için bazı önerilerde bulunur.
Tongurlu Köyü sınırları içinde bulunan ve Arkaik buluntular veren İkizce Tepe'nin
Palae-Skepsis olduğunu, Strabon'un anlattığı mesafeye de uygun olduğu
belirtmektedir (Cook 1972: 345-346). Skepsis'te önce 1959, ardından 1968 yılında
araştırmalar yapan Cook, Klâsik Dönem'den Roma Dönemi'ne kadar olan dönemleri
temsil eden seramik parçalarının yüzeydeki varlığından bahseder. Bu araştırmaları
sırasında aynı zamanda bazı mimari yapılara ait kalıntıların/temellerin varlığından da
bahseder. Cook, Kurşunlu Tepe'sinin coğrafî konumunun sağladığı önemli
avantajları da yazılarında ön plana çıkarır.
1959 yılında Troas Bölgesinde ki antik yerleşimlerde bir belgeleme çalışması
yapan John M. Cook, Skepsis'in iç Troas bölgesinde olduğunu kabul ederek, kentin
Roma Döneminde aşağı doğru geliştiğini iddia etmiştir. Kurşunlu Tepe'nin güney
kesimindeki ev temellerini görür ve bunların krokilerini çizer. Kuzeye doğru da uzun
bir teras görür ve bu terasın bulunduğu yerin boş bırakılmış bir yer olduğundan
bahseder. Özellikle Bayramiç'te kendisine gösterilen ve Skepsis'te bulunduğu
belirtilen biri Hellenistik ve diğeri Roma dönemine ait iki mermer yazıt parçası da
lokalizsyon konusundaki bilgileri pekiştirmiştir (Cook 1974: 346, nos. 13-14).
Özellikle Cook ve ekibi tarafından tanımlanan gri seramiklerin Skepsis'te Arkaik
yerleşimin varlığını destekleyen bir veri olarak kabul edilebilir.
-
II.4. Aşağı Şehir Kurtarma Kazıları
Antik Skepsis kentinde ilk arkeolojik kazılar, Çanakkale Arkeoloji Müzesi
arkeologlarından Ömer Özden, Çiğdem Türker ve Tevhit Kekeç liderliğinde
oluşturulan bir ekip tarafından, 1993 yılında Aşağı Şehir’de gerçekleştirilmiştir (Res.
II.4) (Özden ve diğ. 1994: 367). Bu alanda yapılması planlanan baraj nedeniyle sular
altında kalacak olan Aşağı Şehir’de kurtarma kazısı gerçekleştirilmiştir. Yapılan bu
çalışmanın en önemli özelliği, Skepsis kentinin tahmin edilenden daha geniş bir
alana yayıldığını göstermiş olmasıdır. Kurtarma kazısı niteliğindeki bu kazı sırasında
ağırlıklı olarak, Roma ve Bizans Dönem’lerine ait mimari kalıntıları ve mezar
yapıları incelenmiş ve bu alanda 34 adet açma yapılmıştır. Özellikle hypocaust
sistemiyle birlikte ortaya çıkarılan büyük bir hamam yoğun olarak incelenmiştir
. Çalışmalar sırasında, hamam yapısının ilk evrelerinin Hellenistik
Dönem’e uzanmakla beraber, mevcut kalıntıların büyük çoğunluğunun Roma
Dönemi’ne ait olduğu anlaşılmıştır. Yapının bazı bölümlerinin Bizans Dönemi’nde
de kullanıldığının anlaşılması, yapının küçültülmüş olduğuna işaret etmektedir. 1993
yılı kurtarma kazıları sırasında Roma Hamamı’nın bulunduğu alan dışında, Bizans
Dönemi’ne tarihlenen mezarlık alanında da çalışmalar yapılmıştır. Kazısı yapılan
bazı mezarlarda ele geçen ve 11. yüzyıla kadar olan dönemlere ait buluntular,
Skepsis’in bu yüzyıla kadar iskân gördüğünü kanıtlamaktadır. Bunda, Skepsis’in
yukarıda daha önce sözünü ettiğimiz önemli coğrafi konumu büyük rol oynamış
olmalıdır. Skepsis kurtarma kazıları bir yıl aradan sonra 1995 yılında da
sürdürülmüştür. Atatürk Üniversitesi’nden Cevat Başaran’ın bilimsel
danışmanlığında, Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nce yürütülen 1995 yılı kurtarma
kazıları yine Aşağı Şehir’de, ancak farklı alanlarda gerçekleştirilmiştir (Başaran ve
diğ. 1997). Özellikle daha önceki kazı sezonunda bazı bölümleri ortaya çıkarılan
Roma Hamamı’nın başka bazı bölümleri gün ışığına çıkarılmıştır. Anadolu Roma
Hamamları’nın tipik özelliklerini yansıtan bu hamam, apsidal yapısıyla caldarium
(sıcaklık) kısmı ve iki yönlü olan frigidarium (soğukluk) kısmı ile dikkat
çekmektedir. Bu hamama ait olduğu düşünülen 70 cm x 70 cm ebada sahip dört
gözlü mermer pencere çerçevesi ise en ilgi çekici buluntular arasında yer alır
1995 yılı kurtarma kazıları kapsamında Roma Hamamı’nın yanı sıra nekropol
alanında da kazı çalışmaları yapılmıştır. Burada yapılan kazılar sırasında Geç
Helenistik Dönem, Roma ve Bizans Dönem’lerine ait mezarlar ele geçmiştir.
Özellikle pişmiş toprak levhaların birleştirilerek, semerdam şekline getirilmesi ile
oluşturulan Bizans mezarları dikkat çekmektedir. Bunların yanı sıra, ikinci kez
Bizans Dönemi’nde kullanılmış bir taş lahit mezar tespit edilmiştir. İlk kez Geç
Hellenistik/Roma Dönemi’nde kullanılmış olan bu mezarın buluntuları, Bizans
Dönemi’nde ikinci kez kullanım sırasında dışarıya atılmış olmalıdır. Çünkü bu taş
lahdin dış kısmında 4 adet pişmiş topraktan çıplak oturan kadın heykelciği, 6 adet
gözyaşı şişesi (unguantarium) ve değişik tiplerde heykelcik ve seramik parçaları ele
geçmiştir (Res. II.9–10). Bu da Bizans Dönemi’nde, Hellenistik ve Roma
Dönemleri’ne tarihlenen nekropolün önemli oranda tekrar kullanıldığına işaret
etmektedir. Bizans mezarlarının birçoğu zengin seramik ve metâl buluntu verdiği
gözlemlenmektedir.
1995 yılı kurtarma kazılarının en önemli sonuçlarından biri de, Roma
Dönemi’ne tarihlenebilecek bir köprüye ait izlerin belirlenmesidir. Skamander Nehri
üzerine inşa edilen bu köprü, olasılıkla Yukarı Şehir ile Aşağı Şehri birbirine
bağlıyor olmalıydı. Kurtarma kazısına dair raporda, yüzey üzerinde kalıntıları
izlenebilen köprüde bir sondaj çalışması yapıldığı belirtilmektedir (Başaran ve diğ.
1997). 1995 yılı kurtarma kazılarını yöneten Başaran (2002: 38) Roma çağında
Skepsis’in Skamander nehrinin diğer tarafına doğru yayıldığını ifade eder. Başaran,
aynı zamanda Bergama yerleşim modelini örnek olarak gösterir; Bergama ve Skepsis
topografyaları arasındaki benzerlikten yola çıkarak, Skepsis’in Yukarı Şehir
(akropol), Orta Şehir ve Aşağı Şehir olmak üzere üç ana bölümde
değerlendirilebileceğini söyler (Başaran 2002: 39, dipnot 334). Özellikle Roma
döneminde aşağı şehrin büyük önem kazandığı söylenebilir. Roma Hamamı ve mezar
yapılarının aşağı şehirde yer alması ve Skamander nehri üzerinde bir köprü inşa
edilmesi, Roma Dönemi Skepsis şehir yapısındaki büyümeye işaret etmektedir.
Roma döneminde aşağı şehirde gözlenen büyümenin ardından, şehrin bu
bölgesinin Bizans döneminde de yoğun bir şekilde iskân edildiğine tanık olmaktayız.
Aşağı şehir’de tespit edilen apsisli şapel buna en güzel örnek olarak verilebilir (Res.
II. 17–18). Hıristiyanlık Dönemi’nde Skepsis’in Troas bölgesinin önemli
piskoposluk merkezleri arasında bulunduğu göz önüne alındığında, Bizans Dönemi
yapıları ve mezarlarının yoğunluğu anlam kazanmaktadır.
1995 kurtarma kazısının ardından Skepsis Aşağı Şehri, baraj suları altında
kalır ve şehrin bu bölgesine dair yeni bilgiler edinme şansı kalmaz. Bu aşamadan
sonra Skepsis’te gerçekleştirilecek arkeolojik kazı çalışmaları kentin Yunan ve Roma
dönemlerine ışık tutacaktır. Şehrin mimari yapılarına ait taşların büyük bir çoğunluğu
son yüzyıllarda Bayramiç’teki yapılarda devşirme olarak kullanıldığından, yüzey
üzerinde tespit edilen yapı sayısı oldukça azdır. Bu bakımdan, sistemli arkeolojik
kazı çalışmaları şehir hakkında kapsamlı bilgi edinebilmek için kaçınılmaz
durumdadır.
II.5. Yüzey Araştırmaları
Skepsis’in bulunduğu Kurşunlu Tepe’de yapılan yüzey araştırmaları, 1994
yılından bu yana kontrol ve inceleme amaçlı olarak yaptığımız ziyaretlerdeki
gözlemlerimizden oluşmaktadır. Skepsis yüzey araştırmalarını iki bölüm halinde
sürdürdük: Kurşunlu Tepe’de yapılan araştırmalar ile onun yakın çevresinde
yaptığımız araştırmalar. Kurşunlu Tepe’de yaptığımız araştırmalar: Tepe;
Bayramiç’ten, Evciler ve Kaz Dağları istikametine doğru gidildiğinde, yolun 5. km
sinden sonra, Bayramiç baraj gölünün güney yakası boyunca kuzey yakası boyunca
görülür. Kurşunlu Tepe’ye Evciler yolundan sonra Mollahasanlar sapağından,
Kurşunlu köyü istikametine doğru dönülerek ulaşılır.
Skamander Vadisi ve Kaz Dağlarına hâkim bir konumda, kubbe biçimli bir
tepe olduğu görülür. 346 m rakıma sahip Kurşunlu Tepe kuzeyde Sarıtaş Tepe, ve
Killik Tepe; doğuda Kurşunlu Köyü; güney ve batıda Skamander nehri ile
çevrelenmiştir (1/25 000 ölçekli (Ayvalık İ 17 a3 harita).
Tepenin gerek harita, gerekse hava fotoğrafı üzerinden incelenmesi
sonucunda, kuzeyi ve doğusunun oldukça dik olup, yerleşime uygun olmadığı; batı
ve güney yamaçlarının daha az eğime sahip olması ile yerleşime daha uygun olduğu
anlaşılmıştır. Bu alandaki temel kalıntıları, uzaktan dahi görülebilmektedir. Skepsis
kenti yerleşiminin yayılım alanı, Bayramiç baraj gölü yapım öncesinde yaptığımız
yüzey araştırmaları ve sondaj kazılarından da anlaşıldığı üzere, bugünkü baraj
gölünün altında kalmaktadır. Bu nedenle tepe’nin eteklerindeki kültür kalıntıları,
Baraj gölünün kuzey yakasından başlamaktadır.
Kurşunlu Tepe’nin batısında Kebren (Çaldağ), kuzeybatısında Gergis
(Karıncalı), kuzeyinde Kayalıdağ bulunmaktadır. Yüzey araştırmalarımıza Kurşunlu
Tepe’nin zirvesinden başlanmıştır. Bayramiç ovasının, doğu ve güneydoğusunda Kaz
Dağı’nın batı bölümünün, en yüksek noktası Sarıkız ve Mekere Tepeleri’nden en alt
eteklerine kadar kolayca görülebildiği hâkim, stratejik bir konumdadır. Zirvenin üst
bölümü kuzeye doğru çok az eğimli, yaklaşık 30.000 m2 ebadındadır. Bu alanın
kuzey, batı ve doğu bölümlerinde yaptığımız yüzey araştırmalarında Bizans, Roma
ve Hellenistik dönem, İ.Ö. 5 yüzyıl özellikleri gösteren seramik parçaları tespit
edilmiştir. Ayrıca bazı yapı taşları ve uzun zaman önce yapılmış kaçak kazı
çukurlarına rastlanılmıştır. Tepenin bu bölümlerinde yoğun olmasa da yapıların
bulunduğu, tepenin doğu bölümünde Kurşunlu Köyü’nün bulunduğu düzlüğe yakın
olması nedeni ile de bu yapılardan blokların sökülerek taşındığı anlaşılmaktadır.
Tepenin güneybatı bölümündeki en yüksek yerinde, yaklaşık 500 m2’lik küçük bir
düz alan bulunmaktadır. Bu alanda yer yer zemin üzerinde izlenebilen, düzgün
taşlardan yapılmış temel kalıntıları görülmektedir. Burada bulunan yapı muhtemelen
doğu-batı yönünde dikdörtgen bir yapı olmalıydı. Burada yer yer eski kazı çukurları
görülmektedir. Taşlar aralarında oldukça ince, İ.Ö. 4 yüzyıl özellikleri gösteren,
kahverengi boyalı seramik kırıkları ile pişmiş toprak parçası olabilecek, oldukça
küçük bir parçaya rastlanmıştır. Ayrıca Kurşunlu köylüleri 40–50 yıl önce bu alanda
çok sayıda pişmiş toprak figürin parçalarının bulunduğundan bahsetmişlerdir. Bizce
de bu alan, Ksenophon’un anlattığı, Derkylidas’ın kurban kestiği; 1801 yılında
Kurşunlu Tepe’de araştırmalar yapan E.D. Clarke’ın 100 adet blok taşını çizdiği;
1866’da F. Calvert’in ve H. Schliemann’ın kazı yaparak açıklamalarda bulunduğu
Dor düzeninde yapılmış Athena Tapınağı olmalıdır. Başka bir deyişle bu alan,
Akropolde yer alan “Kutsal Alan” olmalıdır.
Kurşunlu Tepe’deki yerleşim, daha çok eğimi az olan güney, batı ve güneydoğu
eteklerde yoğunlaşmıştır. Eğimden dolayı teraslar yapılmak suretiyle düzleştirilen
alana yapıların yerleştirilmiş olduğu görüldü. Zirveden sonra hemen onun altında,
genişliği yer yer 50-60 metreye ulaşan bir teras bulunmaktadır. Bu teras zirvenin
doğu ve güney batı bölümündeki düzlükle bütünlük sağlamaktadır. Teras üzerinin
büyük bir bölümü yoğun çalılıklarla kaplı olup, çalılık olmayan bölümlerinde bazı
duvar izleri görülse de, yapıların işlevini belirleyecek kadar nitelikli değildir.
Teraslar üzerinde yoğun şekilde andezit taş yongaları bulunduğundan, bu terasta
bulunan iri andezit bloklardan yapılmış yapılar ve teras duvarlarının yapı
malzemeleri, başka yapılarda kullanılmak üzere kırılarak küçültüldüğü
kanaatindeyiz. Bu teras yapının batı bölümünde izlenememektedir. Terasın hemen
altında, topografı duruma bakıldığında, tepenin batı, güney ve doğu eteğinin bir
bölümünü içine alan ve genişliği yer yer 200 m.'yi bulan bir teras yapısı daha
bulunmaktadır. Terasın üzerinde de andezit ve mermer yongalarının yoğun olarak
bulunduğu gözlenmektedir. Çalılıklar arasında muhtemelen kentteki yönetim
binalarına ait olduğunu düşündüğümüz, iri blok taşlardan yapılmış temel kalıntıları
bulunmaktadır. Tepenin batı eteklerinde, terasın devamında, bugün artık
görülmemekle beraber yoğun andezit yongaları arasında bir duvar kalıntısı
gözlenmiştir. Bu duvar kalıntısı muhtemelen, Schliemann'ın gördüğü 2,80 m
yüksekliğindeki duvar olmalıydı. Bu terasın en önemli yapısı, terasın güneybatı
bölümünde tespit edilen tonozlu yapıdır. Tonoz, ilk teras duvarının bulunduğu yöne
doğru uzanmaktadır. Tonoza sırtını yaslamış bir "çukurluğun" bulunması, bir tiyatro
yapısını anımsatmaktadır. Araştırmalarımızı bu yönde yoğunlaştırmamız sonucunda,
tonozun tam karşısında yine ilk terasa doğru uzanan bir tonoz yapısı daha tespit
edilmiştir. Tonozlardan oluşan bir sistem üzerinde tiyatronun oturma sıralarının
yükseldiği düşünülmektedir. Batıya bakan yönde, çalılıklarla kaplı olan alanın
incelenmesi sonucunda, orkestra ve sahne bölümünün burada olduğu; orkestra içinin
moloz taşlarla dolu olduğu görülmüştür.
Doğal yamaca oturan tiyatro yapısı, yarım daire bir plana sahiptir (Res. II. 16-
17). En arka kısımdan sahne binasının bulunduğu yere kadar yaklaşık 70-80 metrelik
bir uzunluğa sahiptir. Çalılıklar arasında bir yanı profilli bir oturma sırası bloğu tespit
edilmiştir. Bu tiyatro yapısı şimdiye kadar Kurşunlu Tepe'de araştırma yapan
araştırmacılar tarafında tespit edilmemiş, ilk defa tarafımızdan keşfedilmiştir.
Tiyatro yapısından ileriye doğru gidildiğinde yine kaim duvarlı, iri kesme
taşla inşa edilmiş temellerin bulunması, burada Bouleuterion gibi kamusal yapıların
yer alabileceğini akla getirmektedir. Tiyatronun hemen güneyine doğru, uzun kemer
taşlarının görülebildiği, başka bir yapıya ait kalıntılar izlenebilmektedir. Bu yapının
hemen doğusuna doğru, ağız kısmı dar, aşağı doğru genişleyen, içi harç ile sıvanmış
sarnıç yapısı bulunmaktadır. Yapı muhtemelen Roma döneminde yapılmış ve Bizans
döneminde kullanılmış olmalıdır. Bu yapının hemen altında, teraslanarak
oluşturulmuş düzlüklerin bulunduğu görülmektedir. Kurşunlu Tepe'nin güneyine
doğru inildiğinde harçlı duvar yapılarına sahip yapı kalıntıları bulunmakta, bu
yapıların işlevi kesin olarak belirlenememiştir. Bu kalıntıların bulunduğu tarlaların
içlerinde ve kenarlarındaki toplu taş yığınlarının aralarında, yapıların içlerinde
kaplama olarak kullanılmış, ince mermer parçaları ile tuğla ve çatı kiremit parçaları,
Roma Dönemi doğu sigillata grubu'na dâhil olabilecek seramik parçaları
bulunmaktadır. Muhtemelen bu yapılar Roma ve Bizans Dönemlerinde güneye ve
Skamander vadisine bakan villa ya da büyük evler olmalıydı. Kurşunlu Tepe'nin
güneydoğusuna doğru, köy ilkokulu ve çeşmenin bulunduğu yamaçlarda, blok taşlar,
kiremit ve tuğlaların bulunması buralarda da yapıların bulunduğunu göstermektedir.
Ayrıca bu yamaçlarda köylülerin tarla sürümleri sırasında su künkleri parçalarının
çıktığı söylenmektedir. Bugünkü Kurşunlu Köy'e ulaşımı sağlayan yol sapağından,
ilerideki tarlalara doğru giden yolun hemen üst kısmına denk gelen bir noktadan ise
Antik Skepsis şehrinin savunma duvarı geçmiş olmalıydı.
Baraj gölünün kıyısına doğru, 1995 yılı kurtarma kazılarında yapılan
çalışmalarda daha az Özenli yapı kalıntıları ve Bizans Dönemi buluntuların ele
geçirildiği mezarlar tespit edilmiştir. Kurşunlu tepenin batısına doğru Skamander
Nehir Vadisine doğru, şimdi baraj gölü altında kalan bir alanda, döşeme taşlı bir
yolun bulunduğu köylüler tarafından bilinmektedir. Bu yolun bazı kısımları yer yer
iri dikdörtgen taşlarla döşeli olduğu söylenmiştir. Bu yolun daha ileri kısımlarında,
hem Skamander'in doğu yakasında hem de batı yakasında 1995 yılı kazılarında tespit
edilmiş, oda mezar kalıntıları ve mermer lahit parçalarına rastlanmıştır. Ayrıca bu
alan baraj gövdesine yakın olması nedeni ile, gövde temel kazısı sırasında, ağır
makineler kullanılması nedeni ile birçok mezarın tahrip edildiği anlaşılmıştır
Kurşunlu Tepe’nin kuzey ve kuzeydoğu bölümü oldukça dik ve kayalık olup
yerleşime elverişli değildir. Bu bölümde yaptığımız incelemelerde, bugünkü
Kurşunlu Köy’ün bulunduğu küçük düzlüğe en yakın mesafede olduğundan, bu
bölümdeki taşlar ikinci kullanım olarak buradan taşınmaya başlamış olabilir. Bu
nedenle hemen hemen hiçbir yapı kalıntısına rastlanılmamıştır. Kurşunlu Köy’ün
hemen yukarında bulunan su kaynağın, antik kente künklerle su sağlamaktaydı.
Muhtemelen antik şehrin kuzey bölümündeki savunma duvarları üzerinde bir giriş
bulunmaktaydı. Kurşunlu Tepe’nin bağlı bulunduğu Kurşunlu Köy, 18. yüzyıldan bu
yana birçok gezgin ve araştırmacı tarafından ziyaret edilmiş ve gözlemleri
yayınlanmıştır. Köy içinde evlerin duvarlarında ve bahçe duvarlarına, pek çok
mermer, andezit yapı taşı ve mimari parçaların bulunduğunu, çeşitli Roma ve Bizans
dönemi özellikleri gösteren sütun başlığı ve tamburlarının bulunduğunu gördük. Kapı
önlerinde merdiven basamağı olarak kullanılan mermer levhalar, lahit parçaları,
sütun parçaları görülebilmektedir. Ayrıca bir evin merdiveninde, basamak olarak
kullanılmış bir yazıt, antik kenti gezen araştırmacıların notlarında da
bulunmamaktadır. Zaten antik yerleşim alanı köyün hemen içinden başlamaktadır.
Bayramiç barajının yapılma aşamasında gerçekleştirilen 1995 yılı kurtarma
kazıları sırasında, baraj gölü altında kalacak olan Kurşunlu Köyü Bakacak Tepe,
Küçük alan sırtları, Arapça Tepe, Tilki Tepe, Dirsekbükü Tepe ve Kapaklıbent
mevkileri arasında kalan ve Üzümlü Köyü Koca mezarlık mevki ve Akçakıl Köyü,
Kocakıran Tepe mevkilerinin çevrelediği alanlarda yaptığımız yüzey
araştırmalarında, (1/25.000 ölçekli Ayvalık İ17 a3 harita) Bakacak Tepe eteklerinde,
fazla özenli olmayan, muhtemelen konut olabilecek temel kalıntılarıyla mezar
tuğlalarına rastlanılmıştır. Bu alanın hemen güneydoğusuna doğru Küçükalan sırtları
mevkisinde, vadiye hâkim bir tepe üzerinde, yaklaşık 3 m yükseklikte, ortasında
büyük bir açma çukuru bulunan bir Tümülüs yapısı tespit ettik. Bu alanın hemen
batısında, Kapaklı bent mevkisinde, Koca Mezarlıkla aynı hizada, Kara Menderes’in
iki yakasını birbirine bağlayan üç köprü ayağı tespit ettik. Bu ayaklar, Kara
Menderes çayının sularının azaldığı Ağustos ayının sonlarında görülebilmektedir.
Arapça Tepe ve Dirsek Bükü Tepe etrafında mezar tuğlaları, lahit parçaları ve tarla
kenarındaki çalılıklar aralarında iri kesme taş blokları bulunduğu görülmüştür.
Koca Mezarlık Mevkisinde tarla kenarlarında devşirme kesme taşlar, mezar
tuğlalarının yoğun olarak bulunduğu tespit edilmiştir. Akçakıl Köyü sınırları içindeki
Kocakıran tepe etrafında tarla kenarlarında yapı taşları ve tuğla parçaları
görülmüştür. Mimari yapı taşlarının tarla aralarındaki çalılıklarda izlenebilir olması,
fazla yoğun olmayan, büyük ölçüde geniş bahçelere sahip evlerin var olduğu
aklımıza gelmektedir. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz mevkiler ve aralarında kalan
bölgelerde aynı yoğunlukta seramik, tuğla ve yapı taşlarının bulunduğu tespit
edilmiştir. Bu yoğunluk nedeni ile alanların bazı yerlerin sondaj kazıları
gerçekleştirdik. Yapılan çalışmalarda, Kocamezarlık, Bakacak tepe, Tilki ve Arapça
tepe mevkileri arasında kalan alanın, Roma ve Bizans dönemleri arasında yerleşim
gördüğü, Skepsis Aşağı Kent yerleşimi olduğu kanaatine varılmıştır (bkz. Özden ve
diğ. 1994; Başaran ve diğ. 1997).
Kurşunlu Tepe’nin yaklaşık 5 km kuzeybatısında bulunan Saraycık köyü,
Alakaya mevkiinde geniş bir alanda andezit özellikli bir taş ocağı tespit edilmiştir.
Skepsis antik kentindeki yapılarda kullanılmış bazı yapı taşları ile benzer özellikler
içermektedir. Taş ocağı alanından doğuya doğru giden ana kayanın kesilerek
yapıldığı bir yol izi tespit edilmiştir. Muhtemelen bu yol Kurşunlu Tepe’ye doğru
gelmektedir. Kurşunlu Tepe’nin güneyinde bulunan Üzümlü Köyü ve çevresinde bu
gün bağ olarak kullanılan tarlalar içerinde, mezar tuğla kalıntıları ve temel kalıntıları
tespit edilmiştir. Olasılıkla Üzümlü Köyü ve çevresinin bugünkü arazi kullanımına
uygun olarak, İ.Ö. 4 yüzyıldan bu yana aynı amaçla kullanıldığı sanılmaktadır.
Kurşunlu Tepe’nin yaklaşık 7 km güneydoğusunda yer alan Çavuşköy ile Akçakıl
Köyleri arasındaki Kocatarla Mevkiinde, köylülerin tarla sürümleri sırasında farklı
alanlarda ve farklı türde çok sayıda sikke ele geçirilmiştir.
Evciler Köyü’nün doğu tarafında bulunan kubbe görünümlü, Bakırlık
Tepe’de işletilmiş bir maden ocağı bulunmaktadır. Bu alanda da çok sayıda farklı
şehrin sikkesine rastlanmıştır. Bu alan darphane olarak yorumlanmaktadır. Evciler
Köyü’nden Ayazma’ya giden yolun güney bölümünde ve Ayazma’nın batısında
bulunan yüksek tepenin doruk kısmında bulunan Asarlık Tepe’de, yapı kalıntılarının
ve sur parçalarının büyük bir bölümü izlenebilen bir yerleşim alanı bulunmakta ve
yüzeyde Hellenistik/Roma Dönemi özelliği gösteren seramik, çatı kiremidi parçaları
izlenebilmektedir. Yerleşimde doksanlı yıllarda yapılan kaçak kazılarda ele geçirilen
Skepsis sikkeleri, Bergama Müzesine satılmıştır. Bu yerleşim, muhtemelen vadi
boyunca iç kısımlara ve Kazdağı zirvesine giden yolları kontrol eden bir karakol
yerleşimi olmalıydı. Ayrıca Skamander Nehrinin doğduğu bu vadi, orman
ürünlerinin yoğun olarak işletilerek Skamander nehrinin su gücü ile liman kentlerine
taşındığı yer olmalıdır. Evciler Köyünün güney bölümünde, Kazdağı yamaçlarında
Pınarlıtaş yerleşmesi bulunmaktadır. Bu alanda çok sayıda Tanrıça Kybele’ye ait
pişmiş toprak figürin parçalarına rastlanması, bu alanı Kybele Kutsal Alanı olarak
yorumlanmasına nedendir (Başaran 1989).
Mollahasan Köyü’nden başlayarak, Karaköy’e kadar Skamander nehrinin her
iki tarafındaki alanlarda, her dönemde küçük yerleşimler bulunmaktadır. Bunların en
önemlileri arasında Yeşilköy köyü ile Tongurlu köyleri arasında Karaincir
Mevki’inde bulunan Yeşilköy yerleşmesidir. Skamander nehrinin hemen kenarında
bulunan höyük, 2001 yılındaki kaçak kazılar sonucu gaga ağızlı, askılı kulplu el
yapımı çok sayıda kap, dokuma tezgâh ağırlıkları ve aletler ele geçmiştir. Bu kaplar
el ile yapılmış oldukça kaliteli kaplar olup, benzerleri ile en yakının bulunan Troia
kazılarında çıkan kaplarla karşılaştırıldığında, Erken Bronz Çağ (Troia I) dönemine
tarihlenen kaplarla aynı döneme aittirler. Bu da gösteriyor ki Skepsis ve çevresi (İç
Troas Bölgesi), Troas bölgesi tarihi içerisinde önemli bir yere sahip durumdadır.
Külçüler köyü sınırları içinde bulunan Külcüler kaplıcası antik çağlarda işlevine
başladığına işaret edebilecek, kaplıca civarında temel kalıntıları ve seramik parçaları
gözlenmiştir. Ayrıca kaplıcanın 500 m kadar doğusunda bir höyüğün varlığını tespit
ettik. Bu höyük üzerinde yapılan araştırmalarda, temel kalıntıları ve Roma dönemi
özellikleri gösteren çok yoğun seramik parçaları bulunduğunu tespit ettik. Daha
doğuda Kaz Dağlarının eteklerinde bulunan Karaköy Köyü civarında bir yerleşimin
bulunduğu, köyün hemen batı tarafında bulunan kesme blok taşlardan ve daha önceki
yıllarda yol yapımı sırasında bulunan ve Çanakkale Müzesi’ne getirilen mezar
stellerinden de anlaşılmaktadır.
III. ANTİK ÇAĞDA ŞEHİRCİLİK
Yüksek lisans tezinin bu bölümü daha çok şehir kavramı ve bununla ilgili
kuramsal bakış açılarını değerlendirerek antik Yunan ve Roma dünyasında
şehirciliğin yapısı konusunda bilgi vermektir. Bunun ardından Antik Çağda mevcut
yerleşim tipleri ortaya konularak yerleşim seçiminde coğrafî faktörlerin yeri
irdelenecektir. Bu tür bir yaklaşımların Skepsis yerleşiminde şehirciliğin neden ve
nasıl geliştiği konusunda bir takım değerlendirmeler yapmamıza faydalı olacağı
düşünülmektedir.
III.1. Şehir Kavramı
Şehir kelimesine eşdeğer anlam taşıyan kelimelere ilk kez Orta Çağ’da
Civitas ve Burg=Burgus olmak üzere iki şekilde rastlanmaktadır (Kolb 2005: 11).
Civitas kelimesi Latince’de “savunma altına alınmış bölge” anlamına gelmektedir. 2
Burg/Burgus kelimesinin kökeni ise Roma Dönemi’ne kadar geri gider ve bugün
kale3 diyebileceğimiz yerleşme anlamına gelir. Günümüzde kullanılan şehir kelimesi
ise 11. yüzyıldan itibaren Burg/Burgus kelimesi ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır
(Kolb 2005: 15). Eski dünyada kavram olarak şehir kelimesinin tanımı ise oldukça
tartışmalıdır. Avustralyalı arkeolog Gordon Childe 1936 yılında yayınlanan Man
Makes Himself ve 1942 yılında yayımlanan What Happened in History isimli
başyapıtlarında ‘Kentsel Devrim’ diye bir olgudan bahsederek şehir kavramını
tanımlamayı denemiştir. Daha sonra ise 1950 yılında The Urban Revolution isimli
makalesinde şehir tanımını daha da somutlaştırarak, bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için bir takım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler şu şekilde özetlenebilir
(Childe 1950: 9–16; Çevik 2005: 8–10):
2 Civitas kelimesinden şehirde yaşama anlamına gelen Civilization ve Civility kelimeleri türemiştir.
Arapçada uygarlık anlamına gelen medeniyet kelimesi de yine Medine şehrinde yaşama anlamına
gelmektedir. Aynı şekilde uygar kelimesi ile Uygur arasında bağlantı kurmak ta mümkündür, Çevik
2005
3 Türkçede kullanılan ‘burç’ kelimesinin kökeni de ‘burg/burgus’ kelimesine gider. Yine ‘Burjuva’
kelimesi de ‘burg/burgus’ ta yaşayan insan anlamına gelmektedir.
Nüfus yoğunluğu: Kent sayılması gereken ilk yerleşimler Childe tarafından
tanımlanan ‘Neolitik Devrim’ isimli olgudaki yerleşimlerden hem kapsadıkları alan
bakımından daha büyük olmalı hem de daha yoğun bir nüfusa sahip olmalıdırlar.
Güney Mezopotamya’da yeni oluşan Sümer kentlerinin nüfusları 7000- 20000
arasında, hatta Hindistan’ın kuzeyinde ve Pakistan’ın Pencap eyaletindeki Indus
Vadisi’nde bulunan Mohanjo Daro ile Harappa yerleşimlerinin nüfusları daha da
fazladır. Örneğin Güney Mezopotamya’da İ.Ö.. 3. bine tarihlenen Lagaş, Umma ve
Hafaji’nin nüfusları sırasıyla 19.000, 16.000 ve 12.000’dir (Childe 1974, 69).
Mohanjo Daro’nun büyüklüğü 2,5 km2‘dir, Childe 1974, 88. Genel olarak
Mezopotamya’daki yerleşimler için 1 hektar yerleşmeye 200 kişi hesabedilir, Kolb
2005, 271. 1km2= 100 hektar olduğuna göre 2,5 km2 = 250 hektar eder. Buna göre
Mohanjo Daro’nun nüfusu da 250 x 200= 50.000 kişi olmalıdır.
Artı ürün oluşması ve depolanması (Surplus): Sürekli olarak aynı yerde yaşama
ve düzenli sulama sonucu ihtiyaçtan fazla üretilen ürünlerin tapınağa ya da krala
bağlı depolarda toplanması. Bu ürünlerin daha sonra tapınak ya da savunma duvarı
gibi ortak ihtiyaçlar için gerekli ortak çalışmalarda ücret ya da öğün olarak
dağıtılması.
Yönetici sınıfın oluşması: Saray ve Tapınak depolarında biriken artı ürünün
toplanmasının sağlayan bir kral ve bu toplamanın denetimi ile dağıtımını organize
eden rahip, askeri ve sivil yöneticiler, memurlardan oluşan, üretime katılmadıkları
halde üretimden en çok payı alan idareciler oluşmuştur.
Teknoloji ve bilim alanındaki gelişmeler: Daha fazla verim alabilmek için
sulama kanallarının inşası, geometri ve astronomi bilgisinin geliştirilerek düzenli
tarım için takvimlerin oluşturulması, ticaret için gerekli ölçü sisteminin dolayısı ile
matematiğin geliştirilmesi ve birikimlerin aktarılması için yazının geliştirilmesi.
Yazının gelişmesi: Bilgi aktarımını sağlamak, önemli olayları kaydetmek ve en
önemlisi de tapınak ve sarayların depolarında toplanan ürünün kayıtlarını yapabilmek
için işaretler sisteminin gelişimin sağlanması gerekmektedir. Bu işaretler
Mezopotamya’da kil tabletler üzerine, Mısır’da ise papirüsler üzerine kaydedilmiştir.
Anıtsal yapılar: Anıtsal yapılar köyleri kentlerden ayırır. Güney
Mezopotamya’da oluşan ilk yerleşimlerde yüksek platformlar üzerinde büyük
tapınaklar ve zigguratlar inşa edilmiştir. Bu görkemli tapınakların etrafında rahiplerin
yaşadığı mekânlar, tapınağa hizmet eden işlikler ve artı ürünleri depolamaya yarayan
büyük tahıl ambarları yer almaktadır. Yine urban yaşayışın sembolü olan yöneticilere
ait saraylar da anıtsal yapılara en güzel örnekleri oluştururlar.
Mesleki sınıflaşma: Kentsel sınıfın büyük bir kısmının halen tarımla uğraştığını
kabul etmekle birlikte, köylerden farklı olarak tüm zamanını tarım dışındaki rahiplik,
ticaret, taşımacılık, yazıcılık, mühürcülük ve madencilik gibi uzman zanaatkârlık
yaparak ürettikleri ürünleri bir bedel karşılığında tarım yapan kişilerle değişen insan
gruplarının oluşması.
Yakın ve uzak ticaret: Üretilen artı ürünün bir kısmı yerel olarak elde
edilemeyen hammaddenin ticaret ve sanayide kullanılması için uzak mesafelerden
temin. Hammaddelerle birlikte yönetici sınıfın lüks yaşantısı için gerekli olan ender
ve pahalı maddelerin getirilmesi.
Sanat eserlerinin ortaya çıkması: Kentte yaşayan ve artı ürünle beslenen
sanatçılar sanatın ifade şekline de belirli bir yön vermişlerdir. Paleolitik çağda
mağaralarda yaşayan insanlar doğada gördüğü objeleri doğal ve somut olarak mağara
duvarlarına yansıtmayı becerebilmişlerdir. Neolitik çiftçiler ise bunu çok daha az
yapmışlardır. Nesneleri daha çok soyut ve geometrik olarak semboller şeklinde
göstermeyi tercih etmişlerdir. Kentleşme sürecinde ise Mısır, Güney Mezopotamya
ve İndus Vadisi’ndeki kent merkezlerinde heykel, tasvir ve mühürcülükte avcı
toplayıcı toplulukların naif doğallığı ve neolitik çiftçilerin stilize sembolleri yerine
daha ince ve kuramsallaşmış üsluplar oluşmuştur.
Devlet oluşumunun bir parçası olması: Gezici zanaatkârlıktan yerleşik
zanaatkârlığa geçen insanların hammadde gereksinimi sağlamak ve kendi soyundan
birlikte yaşadığı insanların güvenliğini sağlamak için devlet oluşumuna ihtiyaç
vardır. Yine yönetici, rahip, zanaatkâr ve çiftçiler arasında düzenli bir hayatın var
olabilmesi için organik bir bağa bunun için de devlet oluşumuna gereksinim vardır.
Bu kriterlerin hepsinin birlikte olmasının arkeolojik açıdan tespiti her zaman
mümkün değildir. Bu yüzden bazı araştırmacılar antik dönemde şehir kavramını
oldukça basite indirgemişlerdir. Örneğin Ufuk Esin Anadolu’da prehistorik dönemde
genelde höyük şeklinde bir yerleşim sistemi olduğu için şehir olabilme kriterini farklı
höyük boyutları ile tespit yoluna gitmiştir. Esin’e göre 200- 250m ile 300- 350m
çapında ve 7m yüksekliğindeki höyükler şehir, bunun üzerindekiler büyük şehir
altındakiler ise köydür Esin 1982, 13- 21). Düz yerleşimlerin yoğun olduğu
Mezopotamya’da ise H. J. Nissen seramik dağılımlarını örnek göstererek bir yerin
şehir olabilmesi için yalnızca merkezi bir yerleşim olmasının yeterli olacağını
söylemektedir (Nissen 1975: 9- 40). Yani belirli bir seramik tipinin üretildiği
yerleşim yeri şehir ve bu seramiğin az miktarda bulunduğu yerleşimler ise bu şehre
bağımlı yaşamını sürdüren daha küçük yerleşimlerdir. Bazı uzmanlar ise Childe’ın
şehir olma kriterlerinin yalnızca birkaç maddesini alıp kendileri yeni maddeler
önermişlerdir. Örneğin M. Liverani´ye göre bir yerleşimin şehir olabilmesi için altı
unsur gerekir (Liverani 1997);
1- Yoğun bir nüfusa sahip olması
2- Nüfusun önemli bir kısmının bu yoğunlaşmanın içerisinde aktif olarak yer
alması
3- Mesleki uzmanlaşma
4- Kamu binalarının bulunması
5- Savunma duvarı
6- Merkezi yerleşim fonksiyonu
Görüldüğü üzere ilk dört madde G. Childe’in kriterleriyle aynıdır. Liverani yeni
olarak savunma duvarı ile merkezi yerleşim koşulunu yani şehre bağlı uydu
yerleşimlerin olması gerektiği kriterini getirmiştir. M. Liverani’ni kriterleri ile benzer
koşullar sunan bir başka konu uzmanı F. Kolb’te yine bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için altı kriter şart koşmuştur (Kolb 2005: 15);
1. Yerleşimin topoğrafik ve idari bakımdan bir bütünlük göstermesi
2. Binlerce kişiden oluşan bir nüfusa sahip olması (en az 1000 kişi alt sınır
olarak gösterilmiştir)
3. Nüfus yoğunluğuna bağlı olarak gelişmiş bir işbölümü ve farklı sosyal
sınıflar
4. Çeşitli anıtsal mimari yapılar
5. Urban yaşam şekli
6. Belirli bir bölge için yerleşimin merkezi fonksiyonu olması
Frank Kolb yerleşimin merkezi fonksiyonunun ticari olduğu kadar idari merkez
ya da dini merkez de olabileceğini belirtir (Kolb 2005: 15). Ayrıca tüm bu altı
kriterin her zaman birlikte tespit edilmesinin zor olduğunu ancak ilk dört kriterin
şehir tanımı için olmazsa olmaz koşullar olduğu söyler.
III.2. Antik Yunan ve Roma’da Şehircilik
Geç Bronz Çağı sonunda Miken Devlerinin MÖ. 1200 civan çöküşü
ardından İ.Ö. 8. yüzyıl sonuna kadar şehircilik yaşantısının Ege dünyasında ortadan
kaybolduğu kabul edilir. Karanlık Çağ olarak adlandırılan bu dönemde yerel üretime
dayalı ekonomilere dayalı basit koy toplumları bu dönemi karakterize etmiştir.
Özellikle İ.Ö. 500 civarı her biri kırsal çevresi (chora), ordusu, kanun ve yasaları ve
ticareti Ön planda tutan yüzlerce kent devleti ortaya çıkmıştır. Bu her bir şehir devleti
bir şehir merkezi savunma duvarları ile çevrili bir şehir, binlerce kişiden oluşan bir
nüfus, kamusal yapılar, caddeler, su sistemleri, tapmaklar ve politik mimari gibi
unsurları mevcuttu. Bu şehir (polis) devletlerinin ortaya çıkması Yunan dünyasının
M.Ö. 700 civarı yazıyla tanışması ardından başlamış ve M.Ö. 500 yılı civan önemli
bir sayıya ulaşmıştır. M.Ö. 700 civarı Karanlık Çağ boyunca küçük boyutta
"Hamlet" niteliğinde daha sonralar şehirlerin oluşmasına zemin hazırlayan küçük
köy ve kasaba yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. Bu Karanlık Çağ yerleşimlerinde
bir tür dini ve politik hiyerarşiden bahsedileceği gibi mimari anlamda şehircilik
olgusunun öncüleri olarak görülebilmektedir. Belirli iç ve dış faktörlerin sonucu
olarak köy ve kasabaların şehirlere dönüşüm sürecinin gerçekleştiği ve bu sürecin
yaşanmasında İ.Ö. 700 civarı hızlanmaya başlayan "orientalization" veya
doğululaşma hareketleri ile birlikte kolonizasyon ve ticaretin artması şehirilerin
ipoleis) ortaya çıkmasında önemli rol oynamış olmalıdır. Şehirsel birimler sadece
kenti oluşturan topluluğun büyüklüğü ile değil, ayrıca topografi düzenleme, farklı
meslek grupları ve kültürel ilerleme seviyesi ile de birbirinden ayrılmaktadır
(Osborne 1996: 1571). Karanlık Çağ diye adlandırılan dönemde bildiğimiz anlamda
bir kentleşmenin varlığından söz etmek güçtür. Î.Ö. 700 civarı ortaya çıkan pek çok
kent, birtakım farklı koy topluluklarının siyasal ve ekonomik nedenlerle bir araya
gelmesiyle ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Bu dönemde, şehirleşme anlamında,
savunma amaçlı birleşmeler yok gibidir. Dönemin pek çok yerleşmesinde savunma
duvarlarının bulunmaması buna kanıt olarak ortaya konabilir. Bununla beraber,
kolonizasyon ve kentleşme Özellikle tarım açısından çorak arazilere sahip güney
Yunanistan'da rağbet görmüştür (Osborne 1996: 1571). Yİne bu yüzyıllarda yoğun
yaşanan kolonizasyon hareketinin doğal sonucu olarak, Yunan kültürü -özellikle de
sanat alanında- güçlü doğu etkisine maruz kalmıştır; bununla beraber, kentleşme ve
kent birimleri Yunan karakterim korumayı başarmıştır (Wycherley 1986: 3).
Bu bağlamda nüfus baskısı, doğal şartları (topografya, iklim, doğal
kaynaklardan faydalanma arzusu), teknoloji (alet ve teknik anlamda değişim ve
yenilikler), tarımın gelişmesi, iş organizasyonu, ticaretin artması, ulaşım
teknolojisinde gelişmeler, din anlamında organizasyon ve kutsal alanların inşası,
idari organizasyonun gelişmesi gibi faktörler antik Yunan dünyası şehirleşme
sürecine katkı yaptığı söylenebilir. Geç Tunç Çağında Ege dünyasında mevcut olan
şehirlerin merkezde cadde planlamasıyla başlayıp dışa doğru genişlemesi olarak
bilinen sistemin (Radial structure) antik Yunan şehircilik anlayışının da temelini
oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Yunan düşünür Aristoteles’e (I.ii. §§ 8–9) göre polis, zaman içinde “köy”
toplumunun gelişmesinin doğal bir ürünüdür (Barker 1958: 4–6). Bundan dolayı da
kentleşme ve siyasal bağımsızlık birbirinden ayrı tutulamaz der (I.ii. §§ 14–16)
(Barker 1958: 6–7). Önceki dönemlerle kıyaslandığında, klâsik dönem kentlerinin en
karakteristik özelliği, dinsel olmayan kamu faaliyetleri için özel alanlar ayrılması ve
bu tür faaliyetler için özel olarak tasarlanmış yapıların bulunmasıdır. Özellikle İ.Ö.
6. yüzyıl ortasından itibaren gelişen stoa yapılarının bu konuda oynadığı rol
yadsınamaz. Kutsal alanlarda ziyaretçileri doğa koşullarından korumaya yönelik bir
yapı olarak ortaya çıkan stoa düşüncesi, zaman içerisinde hem resmî hem de gayr-ı
resmî toplantılara olanak tanıyan mekân niteliği kazanmıştır. Özellikle Hellenistik
Dönem’de, agoraları stoalarla çevrelemek suretiyle kamu alanının sınırlarını
belirlemek oldukça sık karşılaşılan bir uygulama olmuştur.
İ.Ö. 5., 4., ve 3. yüzyıllarda Makedonya, Teselya ve hatta Epirüs içlerine
kadar yayılmış ve bu bölgelerle güney Yunanistan arasında siyasal bağları da
güçlendirmiştir. Örneğin, arkeolojik kanıtlar İ.Ö. 4. ve 3. yüzyıllarda Pella'nm
kültürel açıdan oldukça gelişmiş yapısını ortaya koymaktadır (Osborne 1996: 1572).
Özellikle Hellenistik Dönem Anadolu kentlerinde en güzel örneklerini gördüğümüz
ve kentleşmenin en önemli unsurlarından sayılan plânlı kentleşme, Hippodamik ya
da Izgara kent plânı ile kendini gösterir. M.Ö. 407 yılı civarında Yunan mimar
Hippodamos tarafından planlanan ızgara plan tipi izleyen dönemlerde Yunan
şehirciliği açısından vazgeçilmez olmuştur.
Yunanlılar gibi Romalıların da gündelik hayatları kent odaklıydı. Başkent
Roma, kamu ve özel yapılarıyla kapladığı geniş alan ve bu karmaşık geniş alanın
yönetimi bakımından, İ.Ö. 6. yüzyılda bile, birçok açıdan hem Etrüsk ve Latin
kentlerini anımsatmakta hem de kentleşme için örnek oluşturmaktaydı. Romalılar
yeni bir kent kurarken kimi Etrüsk ritüellerini de izlemişlerdir. Şöyle ki, himaye
aldıktan sonra kentin "çeperi" tunç bir sabanla belirlemek ilk adımdı. Saban izinin
halkı yeraltı tanrılarına karşı koruyan bir anlamı olduğuna inanılırdı. Kent merkezi,
yere kazılan dairesel bir kurban çukuru ile belirlenir; buraya Roma'mn en önemli 3
tanrısına, yani Iupiter, Iuno ve Minerva'ya adanan bir tapınak inşa edilirdi (Owens
2000: 9). İ.Ö. 4. yüzyıla gelindiğinde Roma'mn kentsel işlevleri, askeri ve ekonomik
başarılarla beslenerek biçimsel değişikliklere uğramıştır ve gelecekte alacağı
"megalopolis" unvanının temelleri atılmıştır (Purcell 1996: 1572).
Antik Roma'nın şehircilik anlayışı üzerinde savunma anlayışına ve halkın
refahına yönelik değişimler yaratmıştır. Tipik Roma şehrinin (civitas) merkezi
konumunda olan Forum ızgara planda caddeler ve sistemi çevreleyen bir savunma
duvarından ibarettir. Şehir içi ulaşımı kolaylaştırmak için diyagonal caddeler ızgara
planda oluşturulmuş caddeleri şehir merkezini kapsayacak şekilde keser. Ayrıca bir
nehir genellikle şehrin içinden geçerek ulaşım, su ve kanalizasyon ihtiyaçlarını
karşılar. Roma dünyasında caddeler çok dikkatli olarak planlanmıştır. Özellikle
birbirini merkezde kesen "Doğu/Batı" ve "Kuzey/Güney" caddeleri ana şemayı
oluşturur. Bu ana caddelere paralel uzayan daha dar boyuttaki caddelerin kesişmesi
insula olarak adlandırılan blokların oluşmasına sebep olur.
Özellikle İmparatorluk Dönemi'nin erken evresinde, Roma'nın tek tip
şehirleşme politikası izlediği söylenebilir. Özellikle eyaletlerdeki kentler, barbar
olmadıklarını kanıtlamak istercesine Yunan/Roma kültürünü ortaya koymaya çabalar
gibidir. Bununla beraber başkent Roma da, giderek diğer kentlere benzemeye başlar:
Colosseum, Pantheon ve Forum Traiani gibi görkemli mimarlık uygulamaları,
eyaletlerde görülen mimarînin başkentteki etkileyici yansımaları olarak düşünülebilir
(Purcell 1996: 1572-1573). İmparatorluğa bağlanmış bu kentler Romanitas denilen
ve Roma değerlerini/kültürünü yayan en Önemli unsurlardır. Özellikle İ.Ö. 2.
yüzyıldan itibaren şehir dışında yaşayanlar "köylü" sayılmış ve küçük görülmüştür
(Roth 2000: 304).
İ.Ö. 1. yüzyıl itibariyle Roma, büyük ölçüde bir mimarî dönüşüm içine
girmiştir. Augustus ile beraber kentteki yapıların tuğla görünümü, yerini mermere
bırakır. Pax Romana ile pekişen refah ve siyasal istikrar, tüm imparatorluk
genelindeki şehirlerde de yansımasını bulmuştur. Yunan şehirleşme geleneğinden
kopmadan, yani Hippodamik plânlı (ızgara plân) ve kamu yapılarının merkez
konumdaki forum etrafına yerleştirildiği tipik Roma şehirleri görülür (Freeman 2003:
511).
IV. TROAS ŞEHİRLEŞME SÜRECİNDE SKEPSİS
İç Troas’ta Skepsis antik şehrinin yer aldığı coğrafi birim olan bugünkü
Bayramiç Ovası en erken Tunç Çağı’nın başından beri önemli kültürel gelişmelere
sahne olmuş olmalıydı. Bunun ana nedenleri burada çok geniş tarım alanlarının
olması ve bölgenin en önemli su kaynaklarından Skamander (Kara Menderes)
Nehrinin bu ovanın ortasından geçmesi ve bölgenin tarım alanları için doğal sulama
imkânları sunmasıydı. Skamander nehrini çok önemli kılan faktörlerden birisi de hiç
şüphesiz bu nehir vadisini izleyen karayolunun kıyı Troas ile Kuzeybatı Anadolu
hinterlandını birbirine bağlayan yollardan birisi olmasıdır. Özellikle Troia ve
çevresini, Balıkesir yöresi veya Gediz (Hermos) vadisine bağlayan doğal karayolu
rotalarından birisinin Skamander nehri vadisini izlediği söylenebilir. Skepsis kentinin
bulunduğu, modern adıyla Kurşunlu Tepe bu bağlamda hem Bayramiç Ovasını hem
de Skamander Nehrinin bu bölge ile kısmını kontrol eden bir noktada yer almaktadır.
Tarım ve ticaret gibi iki önemli kavram dolayısıyla Skepsis’in yer seçiminde çok
önemli iki etken olduğu görülmektedir. Buna ek olarak Ida dağı eteklerinde bulunan
Skepsis’in yerel ekonomisini orman ürünleri veya kereste ticaretiyle de güçlendirdiği
söylenebilir. Bu bağlamda İda Dağı köknar ve çam kerestelerinin Skamander nehri
vasıtasıyla kıyı şehirlerine aktarıldığı akla yatkındır. Bu tür bir ticaretin Bronz
çağından itibaren var olmuş olabileceği arkeolojik veriler ışığında değişik kereler
gösterilmiştir (Korfmann 2004; Körpe ve Yavuz 2007). Skepsis sikkelerinde sıklıkla
görülen köknar motifi şehir ekonomisinde bunun önemli bir gelir kaynağı
olabileceğine işaret eder. Skepsis’in yaklaşık 5 km güneyinde yer alan Tongurlu
Köyü yakınlarında Karaincir Mevkiinde yer alan ve Yeşilköy Höyük olarak
adlandırılan prehistorik yerleşim Erken Tunç Çağı başlarını karakterize eden Troia I
Dönemine aittir (Res. V.1 ve Res. V2). İ.Ö. 3. binin başlarında bu Erken Tunç Çağı
yerleşimin Skamander nehri boyunca uzanan karayolu üzerinde yer almasından
dolayı güçlü bir yerleşim haline döndüğü ileri sürülmüştür (Takaoğlu ve diğ. 2008).
Diğer bir deyişle Skepsis’in antik çağda gördüğü görevi Karaincir Mevkiinde
Skamander nehri kenarında yer alan bu Erken Tunç Çağı yerleşimi görmüş
olmalıydı.
Yeşilköy höyükte kaçak kazılar sonucu ortaya çıkarılan ve Çanakkale Arkeoloji
Müzesi'nde saklanan çanak çömleklerin (Res. V.3) Troia I geleneği ile çok yakın
benzerlik göstermesi kıyı Troas ile iç Troas'ta yer alan Erken Tunç Çağı halklarının
aynı geleneği paylaştığı ve birbirleriyle yakın kültürel etkileşim içinde olduklarına
işaret eder. Bütün bu veri Bayramiç Ovası ve çevresinin antik çağda gözlemlenen
sistemin bir benzerine Erken Tunç Çağında da var olabileceğini göstermektedir. Bu
kültürel beraberlikte Skamender ve Aesopos nehirlerini takip eden yolların
kullanılması önemli bir etken olmalıydı. Tunç Çağı süresince kullanılan bu yolların
Arkaik dönem ve sonrasında da etkinliğini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Bunu en
güzel örneğini bölgenin Pers hâkimiyeti süresince görmekteyiz.
Res. V.4. Arkaik Paleo-Skepsis Şehri planı
Yeşilköy Höyüğün Erken Tunç Çağı'nda oynadığı rolü Arkaik Çağ'da
olasılıkla yine Skepsis şehrinin 12 km doğusunda yer alan ve İkizce Tepede lokalize
edilen eski Skepsis (Paleo-Skepsis) görmüş olmalıydı (Res. V.4). Paleo-Skepsis,
Arkaik Dönemde iskân gördüğü kabul edilen Neandria, Paleo-Perkote, Assos,
Kebren, Gergis, Gargara ve Lamponia yerleşimleri ile oldukça benzer özellikler
sergiler. Bu Arkaik yerleşimlerin ortak özelliği tepe yerleşimleri niteliğinde olmaları
ve izleyen Klasik Dönemde tepe eteklerinde doğru savunma duvarlarının
genişletilmesi yoluyla yayılmalarıdır. Bu tür tepelik alanların yerleşim olarak
seçilmesi altındaki ana neden savunma ihtiyaçlarına gerek duymalarından
kaynaklanıyordu. Paleo-Skepsis yerleşiminde gözlemlenen Arkaik savunma
duvarları (Res. V.5) ve yapı kalıntıları çağdaşı yerleşimlerdekilere oldukça yakınlık
göstermektedir. Bu yerleşimlerde yaşayan halkların Anadolu'nun yerli halkları
olduğu buralarda ele geçen ve yörenin karakteristik özelliği olan yerel nitelikteki gri
seramiklerden ve ortak bir mimari geleneğe sahip olmasından anlaşılmaktadır.
Paleo-Skepsis halkının hangi tarihte bugün Kurşunlu Tepe'sinde yer alan
Skepsis'e taşındığını (metoikesis) net olarak ifade etmek güçtür. Antik yazarlardan
Strabon'un bu noktada verdiği bilgiler büyük bir önem arz etmektedir. Strabon
(XIII. 1.2) Skepsis'te başlangıçta Troia hanedanından gelen Skamandrios ve
Askanios soyuyla bağlantılı kral (basielus) tarafından idare edilen bir yönetim
sisteminin demokrasi öncesi var olduğunu ifade eder. Yunan dünyasında şehir-devlet
niteliğinde şehirlerin ortaya çıkması Arkaik dönemde gerçekleşir. Burada şehirdevleti
ve şehircilik kavramlarının eş anlamlı olduğu göz önüne alınmalıdır. Bu
şehircilik oluşum sürecinde gelişen şehirler bu süreçte birbirlerinden etkilenerek
politik organizasyonu öğrenmiş olmalıdır. Her bir Yunan şehir devleti bağımsız
kültür ve politik organizasyon geliştirmişlerdir. Politik anlamda bütün Yunan
şehirleri başlangıçta politik anlamda basileus adı verilen krallarla yönetilen monarşi
türü yönetimlere sahipti. Arkaik dönemde bu monarşi sistemin yerini çoklu yönetim
olan oligarşi aldığı bilinmektedir. Bunun özellikle İ.Ö. 6. yüzyılda Yunan
anakarasında olduğu kadar batı Anadolu'da da şehir devletleri yönetiminde önemli
bir politik form olduğu söylenebilir. Arkaik dönemde Batı Anadolu'nun
kuzeybatısını kapsayan Troas Bölgesi göz önüne alındığında Paleo-Skepsis,
Neandria, Paleo-Perkote, Assos, Kebren, Gergis, Gargara ve Lamponia gibi
yerJeşimİerin ilk şehirleri temsiJ ettiği ve bunların büyük bir kısmının başlangıçta
basilea tarafından yönetildiği varsayılabilir. Strabon tarafından Skepsis'te var olduğu
bilinen Klâsik Dönem öncesi krallık sistemi ile kast edilenin Paleo-Skepsis Arkaik
şehri mi olup olmadığı konusunu net bir şekilde ortaya koymak şu aşamada zor
görülmektedir.
Paleo-Skepsis yerleşiminde yaşayan halkın bu dönem başlangıcında tarımsal ve
ticaret anlamında daha avantajlı özellikler sunan Skepsis’e taşınmış olabileceği
fikrini uyandırmaktadır. Palae-Skepsis’in bulunduğu alan tarımsal faaliyetleri
sürdürmeye imkân kılmaz. Görülen odur ki Klasik Dönemin başlangıcında Bayramiç
ovası ve Skamander nehrinin öneminin artması ile birlikte Skepsis, Palae-Skepsis’ten
gelenlerce yerleşildi. Bu olay ardından ekonomik olarak Skepsis’in hızla büyümeye
başladığını söyleyebiliriz. İ.Ö. 5. yüzyılın otalarında Atina/Delos birliği listelerinde 1
talent vergi ödeyen bir şehir olarak karşımıza çıkmaktadır. Birliğe 3 veya 4 talent
gibi yüksek vergi ödeyen kıyı şehirlerine kıyasla Skepsis’in düşük vergi ödemesi bu
şehre verilen imtiyazla ilgilidir.
İ.Ö. 5. Demokrasi veya halk (demos) yönetimine dayalı istemin Skepsis'e gelişi
daha çok Yunan dünyasında genellikle İ.Ö. 6. yüzyılda gerçekleştiği kabul edilir.
Bulunduğu yöreye göre farklılık gösteren demokrasiye dayalı şehirciliğin ortaya
çıkışı Troas bölgesinde yine İ.Ö. 6. yüzyıl sonu veya İ.Ö. 5. yüzyıl başlarına denk
düşer. Skepsis'te şehircilik sürecinin İ.Ö. 494 yılında Miletos'un Perslİler tarafından
tahribatı ardından buraya Miletoslu göçmenlerin gelmesiyle oldukça hızlandığı
düşünülebilir. Bu bilgileri Miletosluların Skepsis'e yerleştiğini ve ardından kentte
demokrasinin tesis edildiğini ifade eden Strabon (XIV, 635) doğrulamaktadır.
İ.Ö. 5. yüzyılın sonlarında eser veren Ksenophon, (Hellenika 3.1.15) adh
eserine Skepsis'in şehir (urban) anlamında bir polis olduğundan bahseder. Pseudo-
Skylax'da ise Skepsis ismi ikinci toponym olarak gözükmektedir (AioXîbeq 5s
rcötaıç). Ksenophon (Hellenika 3.1.21) aynı zamanda Skepsis akropolünden de
bahseder (ev örj ^Knyûûv dKp7i6A,sı). Kseneophon'un aktardığı bu bilgiler Skepsis'in
M.Ö. 5. yüzyılda tam anlamıyla şehircilik düzeyine ulaştığının bir göstergesi olarak
kabul edilebilir. İ.Ö. 311/310 tarihli Antigonus yazıtında da sürekli olarak polis
olarak nitelenmiştir. Skepsis'in kırsal alanının (chora) ne kadar büyüklükte olduğunu
kestirmek antik yazarlara göre çok güçtür. İ.Ö. 1. yüzyılda yaşamış coğrafyacı
Strabon ise Skepsis kenti surlarla çevrili küçük bir yerleşimi (YloKiyya) de
kapsadığını (XIV. 1.6) ve Kebren'in terriionum'-'undan Skamander Nehri ile
ayrıldığını (XIII. 1.33) da aktarmaktadır. Ksenophon ve Strabon'un yazdıkları ışığında Skepsis'in özellikle Klasik Dönemde önemli bir şehir konumunda bulunduğunu söylemek mümkündür. Kurşunlu Tepe ve şehrin yamaçlarında yapılan yüzey araştırmalarında ele geçen yüzey seramikleri arasında Klasik Dönemi
seramiklerinin genel toplam içinde büyük bir oran tutması bu bilgileri doğrular
gibidir. Klasik dönemde şehir kırsalının özellikle bağcılık açısından aktif bir şekilde
kullanıldığı düşünülebilir.
Res. V. 7. Ön yüzlerinde Pegasus ve arka yüzlerinde üzüm salkımlarının betimli
olduğu î. Ö. 450-400 tarihli gümüş Skepsis sikkeleri. Üstteki örnekte üzüm
salkımları köknar ağacı ile birlikte betimlenmektedir
Skepsis yerleşim alanı dışında yakın çevresinde ve Skepsis'in chora'sı olarak
kabul edilebilecek alanlarda yapılan yüzey araştırmaları çiftlik niteliğinde küçük
boyutlu bazı yerleşim kalıntılarına rastlanılmıştır. Daha çok yapı temel kalıntıları,
çatı kiremitleri, depo kabı parçaları gibi buluntularla temsil edilen bu alanlarda daha
çok geç Klasik ve Helenistik dönem seramikleri gözlemlenmiştir. Bu tür çiftlik tipi
yerleşimlerin daha çok Skepsis şehrinin tarım ihtiyaçlarını karşılayan veya şehri
besleyen sezonluk veya yıl boyu yerleşimler olarak düşünebiliriz. Bu anlamda üzüm
salkımı motifinin görüldüğü şehir sikkeleri arasında Skepsis'in de yer alması şaşırtıcı
değildir. Özellikle Klâsik dönem Skepsis siklerinin arka yüzünde üzüm salkımları
resmedilmesi yaygın bir gelenektir (Res. V.7). Bu bakımdan en azından Klâsik
dönemde Skepsis antik şehri geçim ekonomisinde bağcılığın çok önemli bir yer
tuttuğunu söylemekte sakınca yoktur. Skepsis şehir sikkelerinde özellikle köknar
ağacının hem Klâsik hem de Hellenistik dönemde betimlenmesine karşın üzüm
salkımlarının daha çok Klâsik dönem sikkelerinde betimlenmesi değerlendirilmesi
gereken bir konudur. En azından Skepsis kırsalının Klâsik dönem boyunca tarımsal
anlamda bağcılık açısından önem arz ettiği söylenebilir.
Res. V.8. Skepsis /arsalında bulunan Roma dönemi zeytinyağı üretiminde
kullanılan "Trapetum" parçası "orbis" örnekleri
Roma döneminde de Skepsis şehri dışında kalan alanlarda {territorium) but tür
çiftlik yapılarının varlığı birkaç örnekle bilinmektedir. Bu alanların bugünkü gibi
daha çok bağcılık ve zeytincilik ile ilgili olduğu söylenebilir. Çünkü Skepsis şehri
kırsalında genellikle Roma dönemine ait işlik parçaları da gözlemlenmektedir.
Örneğin burada ele geçen ve halen Çanakkale Arkeoloji Müzesinde saklanmakta
olan Roma dönemi trapetum türü zeytin işliğine ait iki adet orbis buna Örnek olarak
verilebilir (Res. V.8). Skepsis kırsalında Yunan ve Roma dönemlerinde tarımsal
amaçlı kullanılan bu alanların bugün yöre tarım ekonomisinde aktif bir biçimde
kullanıldığı bilinmektedir. Bugün de bağcılık yanı sıra zeytinciliğin bu bölgede
uygulandığı görülmesi antik çağ süresince zeytinciliğin de bağcılık kadar önemli
olabileceğinin göstergesi olabilir. Bu anlamda ileriki yıllarda yapılabilecek kırsal
alanda bulun çiftlik türü yapılarla Skepsis şehri arasındaki ilişkinin detaylı olarak
ortaya konulacağı "Coğrafi Bilgi Sistemi" (GIS) temelli sistemli arazi çalışmaları
önemli sonuçlar doğurabilir.
V. SONUÇ
Antik Antik Çağda Troas Bölgesi şehirlerinin genellikle kıyı bölgelerde
doğal limana sahip alanlarda yoğunlaştığı bugün iyi bilmen bir konudur. Bu
bağlamda Assos, Hamaksitos, Larissa, Kolonai, Sigeion, Lampsakos, Parion ve
Priapos gibi kıyı şehirleri M.Ö. 6. yüzyıl sonları doğru veya İ.Ö. 5. yüzyıl başlarında
önemli birer polis statüsü kazanmıştır. Bu önemli Troas kıyı yerleşimlerinin her biri
sikke basan bire şehir statüsüne erişmelerinde bunların deniz ticaretinde oynadıkları
aktif rol önemli rol oynamıştır. Troas bölgesinde Arkaik dönemin başlangıcı ile
filizlenmeye başlayan şehircilik hareketleri özellikle İ.Ö. 500'lü yıllarda bir hareket
kazanmasında İonya liderliğindeki kolonizasyon hareketleri ve bölgede Pers
hâkimiyeti sonucunda yaşanan politik gelişmeler etken rol oynamıştır. Troas
bölgesi şehirlerinin bu tarihlerde özellikle daha çok kıyısal alanlarda bulunan doğal
yükseltiler üzerinde kurulmuş olması bölgenin ortak bir özelliği gibi görülmektedir.
Bu doğal tepeler üzerinde kurulu kıyı şehirlerinin büyük kısmı aynı zamanda Troas
nehirlerin denizle buluştuğu noktalarda yer aldığından dolayı bunların bulundukları
ortamların aynı zamanda tarımsal zenginliklerinden faydalanarak genelde zeytincilik,
şarapçılık ve küçük ölçekte tahıl üretimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu kıyı
yerleşimlerinin sahip olduğu limanlar aynı zamanda bölgenin maden kaynaklarının
çıkış noktası olarak hizmet etmiştir.
Ova tipi yerleşimlerin ise genel olarak tarım alanlarının bol olduğu Troas'ın
doğu bölümlerinde Granikos Çayı çevresi gibi alanlarda yer alıyor olmalıydı. Doğu
Troas Bölgesinde antik şehirlerin varlığının bilinmemesi de büyük ölçüde bu
durumla ilgili olmalıdır. Batı Troas Bölgesinde coğrafik yapısı gereği ova
yerleşimleri pek bilinmemektedir.
Troas Bölgesi için en yaygın olan yerleşim tiplerinden biri de tepe
şehirleridir. Bu tip yerleşimlerin hem kıyı bölgelerde hem de dağlık Troas olarak
adlandırılan iç Troas'ta karşımıza çıkmaktadır. İç Troas Bölgesinde şehirciliğin
ortaya çıkışı öncesinde bölgenin yerli halkının özellikle yüksek tepeler üzerini
yerleşim amaçlı seçmişlerdir. Geleneksel açıdan her ne kadar söz konusu bu Demir
Çağı veya Arkaik yerleşimleri Troia Savaşları sonrası bölgede kalan halklarla
ilişkilendirilse bile Arkaik dönemde Troas'ın bu bölgesinde yoğunlaşan yerleşimlerin
büyük bir kısmı Aeol halkları ile ilişkilendirilir. Troas Bölgesinde şehirciliğin
temellerinin İ.Ö. 7. yüzyılda atıldığı ve Özellikle İ.Ö. 6. yüzyıl sonu ve 5. yüzyıl
başlarında tam anlamıyla Ionia etkileri sonucu yerleştiği daha önce yukarıda
belirtilmişti. Bu şehirleşme sürecin yaşandığı yerlerin başında Skepsis, Kebren ve
Gergis gibi şehirler ön plana çıkmaktadır. Deniz ticareti ile gelişen kıyı şehirlere
benzer bir şekilde bu kez nehir vadilerini izleyen kara ulaşımına dayalı ticaret ve
tarıma dayalı ekonomi sonucu Skepsis İç Troas Bölgesinde İ.Ö. 500 civarı önemli
konuma ulaşmıştır. Skepsis ve çevresindeki kentlerin kontrol ettiği coğrafya hem
Aesopos vadisi boyunca Granikos Ovasını Edremit körfezine ulaştıran bir yol
üzerinde olması hem de Skamender Nehir vadisi boyunca Batı Troas kıyı şehirlerini
Edremit körfezi ve Hermos Vadisi şehirlerine ulaştıran yolarlınm kesişme noktasını
oluşturmaktadır. Hem Pers hâkimiyeti boyunca hem de İon etkisi boyunca Skepsis
ve çevre şehirlerine sürekli olarak önem verilmesi bu coğrafî önemi ile ilgili
olmalıdır. Bu iki karayolu üzerinde bulunmasından dolayı Skepsis çevresinde
bulunan bereketli tarım alanlarında üretilen ürünler pazarlama olanakları bulmuş
olmalıdır. Bu bakımdan Skepsis'in şehirleşme süreci yaşamasında tarım ağırlıklı
ekonomisinden elde ettiği gelirler önemli olmalıydı. Bu tarım ürünlerine dayalı
üretim ve ticaretine İda Dağı kaynaklı köknar ağacı keresteleri ticareti eklendiği göz
önüne alındığında şehrin nasıl böyle dağlık ortamda geliştiğini anlaşılmaktadır.
Paleo-Skepsis halkının Skepsis'e taşınması süreci (metoikesis) bu dönem
öncesi gerçekleşmiş olmalıdır. Arkaik dönemde basüeus tarafından yönetilen şehrin
Paleo-Skepsis'mi yoksa Skepsis'mi olduğunu net bir şekilde ortaya koymak zordur.
Ama Arkaik Paleo-Skepsis halkı ile bu çevrede mevcut şehir statüsüne erişmemiş
yerleşimlerin halklarının belli merkezde toplanmasının mümkün olabileceği ileri
sürülebilir. Diğer bir deyişle Skepsis ve çevresinin tarımsal ekonomik potansiyele
sahip olması ve ticaret yolları üzerinde stratejik bir noktada bulunması buranın yeni
bir yerleşim olarak seçilmesine sebep olmuş olmalıdır.
Bonn.arla sürümleri sırasında farklı alanlarda ve farklı türde çok sayıda sikke ele geçirilmiştir.
Evciler Köyü’nün doğu tarafında bulunan kubbe görünümlü, Bakırlık Tepe’de işletilmiş bir maden ocağı bulunmaktadır. Bu alanda da çok sayıda farklışehrin sikkesine rastlanmıştır. Bu alan darphane olarak yorumlanmaktadır. Evciler Köyü’nden Ayazma’ya giden yolun güney bölümünde ve Ayazma’nın batısında bulunan yüksek tepenin doruk kısmında bulunan Asarlık Tepe’de, yapı kalıntılarının ve sur parçalarının büyük bir bölümü izlenebilen bir yerleşim alanı bulunmakta ve yüzeyde Hellenistik/Roma Dönemi özelliği gösteren seramik, çatı kiremidi parçaları
izlenebilmektedir. Yerleşimde doksanlı yıllarda yapılan kaçak kazılarda ele geçirilen
Skepsis sikkeleri, Bergama Müzesine satılmıştır. Bu yerleşim, muhtemelen vadi
boyunca iç kısımlara ve Kazdağı zirvesine giden yolları kontrol eden bir karakol
yerleşimi olmalıydı. Ayrıca Skamander Nehrinin doğduğu bu vadi, orman
ürünlerinin yoğun olarak işletilerek Skamander nehrinin su gücü ile liman kentlerine
taşındığı yer olmalıdır. Evciler Köyünün güney bölümünde, Kazdağı yamaçlarında
Pınarlıtaş yerleşmesi bulunmaktadır. Bu alanda çok sayıda Tanrıça Kybele’ye ait
pişmiş toprak figürin parçalarına rastlanması, bu alanı Kybele Kutsal Alanı olarak
yorumlanmasına nedendir (Başaran 1989).
Mollahasan Köyü’nden başlayarak, Karaköy’e kadar Skamander nehrinin her
iki tarafındaki alanlarda, her dönemde küçük yerleşimler bulunmaktadır. Bunların en
önemlileri arasında Yeşilköy köyü ile Tongurlu köyleri arasında Karaincir
Mevki’inde bulunan Yeşilköy yerleşmesidir. Skamander nehrinin hemen kenarında
bulunan höyük, 2001 yılındaki kaçak kazılar sonucu gaga ağızlı, askılı kulplu el
yapımı çok sayıda kap, dokuma tezgâh ağırlıkları ve aletler ele geçmiştir. Bu kaplar
el ile yapılmış oldukça kaliteli kaplar olup, benzerleri ile en yakının bulunan Troia
kazılarında çıkan kaplarla karşılaştırıldığında, Erken Bronz Çağ (Troia I) dönemine
tarihlenen kaplarla aynı döneme aittirler. Bu da gösteriyor ki Skepsis ve çevresi (İç
Troas Bölgesi), Troas bölgesi tarihi içerisinde önemli bir yere sahip durumdadır.
Külçüler köyü sınırları içinde bulunan Külcüler kaplıcası antik çağlarda işlevine
başladığına işaret edebilecek, kaplıca civarında temel kalıntıları ve seramik parçaları
gözlenmiştir. Ayrıca kaplıcanın 500 m kadar doğusunda bir höyüğün varlığını tespit
ettik. Bu höyük üzerinde yapılan araştırmalarda, temel kalıntıları ve Roma dönemi
özellikleri gösteren çok yoğun seramik parçaları bulunduğunu tespit ettik. Daha
doğuda Kaz Dağlarının eteklerinde bulunan Karaköy Köyü civarında bir yerleşimin
bulunduğu, köyün hemen batı tarafında bulunan kesme blok taşlardan ve daha önceki
yıllarda yol yapımı sırasında bulunan ve Çanakkale Müzesi’ne getirilen mezar
stellerinden de anlaşılmaktadır.
III. ANTİK ÇAĞDA ŞEHİRCİLİK
Yüksek lisans tezinin bu bölümü daha çok şehir kavramı ve bununla ilgili
kuramsal bakış açılarını değerlendirerek antik Yunan ve Roma dünyasında
şehirciliğin yapısı konusunda bilgi vermektir. Bunun ardından Antik Çağda mevcut
yerleşim tipleri ortaya konularak yerleşim seçiminde coğrafî faktörlerin yeri
irdelenecektir. Bu tür bir yaklaşımların Skepsis yerleşiminde şehirciliğin neden ve
nasıl geliştiği konusunda bir takım değerlendirmeler yapmamıza faydalı olacağı
düşünülmektedir.
III.1. Şehir Kavramı
Şehir kelimesine eşdeğer anlam taşıyan kelimelere ilk kez Orta Çağ’da
Civitas ve Burg=Burgus olmak üzere iki şekilde rastlanmaktadır (Kolb 2005: 11).
Civitas kelimesi Latince’de “savunma altına alınmış bölge” anlamına gelmektedir. 2
Burg/Burgus kelimesinin kökeni ise Roma Dönemi’ne kadar geri gider ve bugün
kale3 diyebileceğimiz yerleşme anlamına gelir. Günümüzde kullanılan şehir kelimesi
ise 11. yüzyıldan itibaren Burg/Burgus kelimesi ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır
(Kolb 2005: 15). Eski dünyada kavram olarak şehir kelimesinin tanımı ise oldukça
tartışmalıdır. Avustralyalı arkeolog Gordon Childe 1936 yılında yayınlanan Man
Makes Himself ve 1942 yılında yayımlanan What Happened in History isimli
başyapıtlarında ‘Kentsel Devrim’ diye bir olgudan bahsederek şehir kavramını
tanımlamayı denemiştir. Daha sonra ise 1950 yılında The Urban Revolution isimli
makalesinde şehir tanımını daha da somutlaştırarak, bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için bir takım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler şu şekilde özetlenebilir
(Childe 1950: 9–16; Çevik 2005: 8–10):
2 Civitas kelimesinden şehirde yaşama anlamına gelen Civilization ve Civility kelimeleri türemiştir.
Arapçada uygarlık anlamına gelen medeniyet kelimesi de yine Medine şehrinde yaşama anlamına
gelmektedir. Aynı şekilde uygar kelimesi ile Uygur arasında bağlantı kurmak ta mümkündür, Çevik
2005
3 Türkçede kullanılan ‘burç’ kelimesinin kökeni de ‘burg/burgus’ kelimesine gider. Yine ‘Burjuva’
kelimesi de ‘burg/burgus’ ta yaşayan insan anlamına gelmektedir.
Nüfus yoğunluğu: Kent sayılması gereken ilk yerleşimler Childe tarafından
tanımlanan ‘Neolitik Devrim’ isimli olgudaki yerleşimlerden hem kapsadıkları alan
bakımından daha büyük olmalı hem de daha yoğun bir nüfusa sahip olmalıdırlar.
Güney Mezopotamya’da yeni oluşan Sümer kentlerinin nüfusları 7000- 20000
arasında, hatta Hindistan’ın kuzeyinde ve Pakistan’ın Pencap eyaletindeki Indus
Vadisi’nde bulunan Mohanjo Daro ile Harappa yerleşimlerinin nüfusları daha da
fazladır. Örneğin Güney Mezopotamya’da İ.Ö.. 3. bine tarihlenen Lagaş, Umma ve
Hafaji’nin nüfusları sırasıyla 19.000, 16.000 ve 12.000’dir (Childe 1974, 69).
Mohanjo Daro’nun büyüklüğü 2,5 km2‘dir, Childe 1974, 88. Genel olarak
Mezopotamya’daki yerleşimler için 1 hektar yerleşmeye 200 kişi hesabedilir, Kolb
2005, 271. 1km2= 100 hektar olduğuna göre 2,5 km2 = 250 hektar eder. Buna göre
Mohanjo Daro’nun nüfusu da 250 x 200= 50.000 kişi olmalıdır.
Artı ürün oluşması ve depolanması (Surplus): Sürekli olarak aynı yerde yaşama
ve düzenli sulama sonucu ihtiyaçtan fazla üretilen ürünlerin tapınağa ya da krala
bağlı depolarda toplanması. Bu ürünlerin daha sonra tapınak ya da savunma duvarı
gibi ortak ihtiyaçlar için gerekli ortak çalışmalarda ücret ya da öğün olarak
dağıtılması.
Yönetici sınıfın oluşması: Saray ve Tapınak depolarında biriken artı ürünün
toplanmasının sağlayan bir kral ve bu toplamanın denetimi ile dağıtımını organize
eden rahip, askeri ve sivil yöneticiler, memurlardan oluşan, üretime katılmadıkları
halde üretimden en çok payı alan idareciler oluşmuştur.
Teknoloji ve bilim alanındaki gelişmeler: Daha fazla verim alabilmek için
sulama kanallarının inşası, geometri ve astronomi bilgisinin geliştirilerek düzenli
tarım için takvimlerin oluşturulması, ticaret için gerekli ölçü sisteminin dolayısı ile
matematiğin geliştirilmesi ve birikimlerin aktarılması için yazının geliştirilmesi.
Yazının gelişmesi: Bilgi aktarımını sağlamak, önemli olayları kaydetmek ve en
önemlisi de tapınak ve sarayların depolarında toplanan ürünün kayıtlarını yapabilmek
için işaretler sisteminin gelişimin sağlanması gerekmektedir. Bu işaretler
Mezopotamya’da kil tabletler üzerine, Mısır’da ise papirüsler üzerine kaydedilmiştir.
Anıtsal yapılar: Anıtsal yapılar köyleri kentlerden ayırır. Güney
Mezopotamya’da oluşan ilk yerleşimlerde yüksek platformlar üzerinde büyük
tapınaklar ve zigguratlar inşa edilmiştir. Bu görkemli tapınakların etrafında rahiplerin
yaşadığı mekânlar, tapınağa hizmet eden işlikler ve artı ürünleri depolamaya yarayan
büyük tahıl ambarları yer almaktadır. Yine urban yaşayışın sembolü olan yöneticilere
ait saraylar da anıtsal yapılara en güzel örnekleri oluştururlar.
Mesleki sınıflaşma: Kentsel sınıfın büyük bir kısmının halen tarımla uğraştığını
kabul etmekle birlikte, köylerden farklı olarak tüm zamanını tarım dışındaki rahiplik,
ticaret, taşımacılık, yazıcılık, mühürcülük ve madencilik gibi uzman zanaatkârlık
yaparak ürettikleri ürünleri bir bedel karşılığında tarım yapan kişilerle değişen insan
gruplarının oluşması.
Yakın ve uzak ticaret: Üretilen artı ürünün bir kısmı yerel olarak elde
edilemeyen hammaddenin ticaret ve sanayide kullanılması için uzak mesafelerden
temin. Hammaddelerle birlikte yönetici sınıfın lüks yaşantısı için gerekli olan ender
ve pahalı maddelerin getirilmesi.
Sanat eserlerinin ortaya çıkması: Kentte yaşayan ve artı ürünle beslenen
sanatçılar sanatın ifade şekline de belirli bir yön vermişlerdir. Paleolitik çağda
mağaralarda yaşayan insanlar doğada gördüğü objeleri doğal ve somut olarak mağara
duvarlarına yansıtmayı becerebilmişlerdir. Neolitik çiftçiler ise bunu çok daha az
yapmışlardır. Nesneleri daha çok soyut ve geometrik olarak semboller şeklinde
göstermeyi tercih etmişlerdir. Kentleşme sürecinde ise Mısır, Güney Mezopotamya
ve İndus Vadisi’ndeki kent merkezlerinde heykel, tasvir ve mühürcülükte avcı
toplayıcı toplulukların naif doğallığı ve neolitik çiftçilerin stilize sembolleri yerine
daha ince ve kuramsallaşmış üsluplar oluşmuştur.
Devlet oluşumunun bir parçası olması: Gezici zanaatkârlıktan yerleşik
zanaatkârlığa geçen insanların hammadde gereksinimi sağlamak ve kendi soyundan
birlikte yaşadığı insanların güvenliğini sağlamak için devlet oluşumuna ihtiyaç
vardır. Yine yönetici, rahip, zanaatkâr ve çiftçiler arasında düzenli bir hayatın var
olabilmesi için organik bir bağa bunun için de devlet oluşumuna gereksinim vardır.
Bu kriterlerin hepsinin birlikte olmasının arkeolojik açıdan tespiti her zaman
mümkün değildir. Bu yüzden bazı araştırmacılar antik dönemde şehir kavramını
oldukça basite indirgemişlerdir. Örneğin Ufuk Esin Anadolu’da prehistorik dönemde
genelde höyük şeklinde bir yerleşim sistemi olduğu için şehir olabilme kriterini farklı
höyük boyutları ile tespit yoluna gitmiştir. Esin’e göre 200- 250m ile 300- 350m
çapında ve 7m yüksekliğindeki höyükler şehir, bunun üzerindekiler büyük şehir
altındakiler ise köydür Esin 1982, 13- 21). Düz yerleşimlerin yoğun olduğu
Mezopotamya’da ise H. J. Nissen seramik dağılımlarını örnek göstererek bir yerin
şehir olabilmesi için yalnızca merkezi bir yerleşim olmasının yeterli olacağını
söylemektedir (Nissen 1975: 9- 40). Yani belirli bir seramik tipinin üretildiği
yerleşim yeri şehir ve bu seramiğin az miktarda bulunduğu yerleşimler ise bu şehre
bağımlı yaşamını sürdüren daha küçük yerleşimlerdir. Bazı uzmanlar ise Childe’ın
şehir olma kriterlerinin yalnızca birkaç maddesini alıp kendileri yeni maddeler
önermişlerdir. Örneğin M. Liverani´ye göre bir yerleşimin şehir olabilmesi için altı
unsur gerekir (Liverani 1997);
1- Yoğun bir nüfusa sahip olması
2- Nüfusun önemli bir kısmının bu yoğunlaşmanın içerisinde aktif olarak yer
alması
3- Mesleki uzmanlaşma
4- Kamu binalarının bulunması
5- Savunma duvarı
6- Merkezi yerleşim fonksiyonu
Görüldüğü üzere ilk dört madde G. Childe’in kriterleriyle aynıdır. Liverani yeni
olarak savunma duvarı ile merkezi yerleşim koşulunu yani şehre bağlı uydu
yerleşimlerin olması gerektiği kriterini getirmiştir. M. Liverani’ni kriterleri ile benzer
koşullar sunan bir başka konu uzmanı F. Kolb’te yine bir yerleşimin şehir
sayılabilmesi için altı kriter şart koşmuştur (Kolb 2005: 15);
1. Yerleşimin topoğrafik ve idari bakımdan bir bütünlük göstermesi
2. Binlerce kişiden oluşan bir nüfusa sahip olması (en az 1000 kişi alt sınır
olarak gösterilmiştir)
3. Nüfus yoğunluğuna bağlı olarak gelişmiş bir işbölümü ve farklı sosyal
sınıflar
4. Çeşitli anıtsal mimari yapılar
5. Urban yaşam şekli
6. Belirli bir bölge için yerleşimin merkezi fonksiyonu olması
Frank Kolb yerleşimin merkezi fonksiyonunun ticari olduğu kadar idari merkez
ya da dini merkez de olabileceğini belirtir (Kolb 2005: 15). Ayrıca tüm bu altı
kriterin her zaman birlikte tespit edilmesinin zor olduğunu ancak ilk dört kriterin
şehir tanımı için olmazsa olmaz koşullar olduğu söyler.
III.2. Antik Yunan ve Roma’da Şehircilik
Geç Bronz Çağı sonunda Miken Devlerinin MÖ. 1200 civan çöküşü
ardından İ.Ö. 8. yüzyıl sonuna kadar şehircilik yaşantısının Ege dünyasında ortadan
kaybolduğu kabul edilir. Karanlık Çağ olarak adlandırılan bu dönemde yerel üretime
dayalı ekonomilere dayalı basit koy toplumları bu dönemi karakterize etmiştir.
Özellikle İ.Ö. 500 civarı her biri kırsal çevresi (chora), ordusu, kanun ve yasaları ve
ticareti Ön planda tutan yüzlerce kent devleti ortaya çıkmıştır. Bu her bir şehir devleti
bir şehir merkezi savunma duvarları ile çevrili bir şehir, binlerce kişiden oluşan bir
nüfus, kamusal yapılar, caddeler, su sistemleri, tapmaklar ve politik mimari gibi
unsurları mevcuttu. Bu şehir (polis) devletlerinin ortaya çıkması Yunan dünyasının
M.Ö. 700 civarı yazıyla tanışması ardından başlamış ve M.Ö. 500 yılı civan önemli
bir sayıya ulaşmıştır. M.Ö. 700 civarı Karanlık Çağ boyunca küçük boyutta
"Hamlet" niteliğinde daha sonralar şehirlerin oluşmasına zemin hazırlayan küçük
köy ve kasaba yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. Bu Karanlık Çağ yerleşimlerinde
bir tür dini ve politik hiyerarşiden bahsedileceği gibi mimari anlamda şehircilik
olgusunun öncüleri olarak görülebilmektedir. Belirli iç ve dış faktörlerin sonucu
olarak köy ve kasabaların şehirlere dönüşüm sürecinin gerçekleştiği ve bu sürecin
yaşanmasında İ.Ö. 700 civarı hızlanmaya başlayan "orientalization" veya
doğululaşma hareketleri ile birlikte kolonizasyon ve ticaretin artması şehirilerin
ipoleis) ortaya çıkmasında önemli rol oynamış olmalıdır. Şehirsel birimler sadece
kenti oluşturan topluluğun büyüklüğü ile değil, ayrıca topografi düzenleme, farklı
meslek grupları ve kültürel ilerleme seviyesi ile de birbirinden ayrılmaktadır
(Osborne 1996: 1571). Karanlık Çağ diye adlandırılan dönemde bildiğimiz anlamda
bir kentleşmenin varlığından söz etmek güçtür. Î.Ö. 700 civarı ortaya çıkan pek çok
kent, birtakım farklı koy topluluklarının siyasal ve ekonomik nedenlerle bir araya
gelmesiyle ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Bu dönemde, şehirleşme anlamında,
savunma amaçlı birleşmeler yok gibidir. Dönemin pek çok yerleşmesinde savunma
duvarlarının bulunmaması buna kanıt olarak ortaya konabilir. Bununla beraber,
kolonizasyon ve kentleşme Özellikle tarım açısından çorak arazilere sahip güney
Yunanistan'da rağbet görmüştür (Osborne 1996: 1571). Yİne bu yüzyıllarda yoğun
yaşanan kolonizasyon hareketinin doğal sonucu olarak, Yunan kültürü -özellikle de
sanat alanında- güçlü doğu etkisine maruz kalmıştır; bununla beraber, kentleşme ve
kent birimleri Yunan karakterim korumayı başarmıştır (Wycherley 1986: 3).
Bu bağlamda nüfus baskısı, doğal şartları (topografya, iklim, doğal
kaynaklardan faydalanma arzusu), teknoloji (alet ve teknik anlamda değişim ve
yenilikler), tarımın gelişmesi, iş organizasyonu, ticaretin artması, ulaşım
teknolojisinde gelişmeler, din anlamında organizasyon ve kutsal alanların inşası,
idari organizasyonun gelişmesi gibi faktörler antik Yunan dünyası şehirleşme
sürecine katkı yaptığı söylenebilir. Geç Tunç Çağında Ege dünyasında mevcut olan
şehirlerin merkezde cadde planlamasıyla başlayıp dışa doğru genişlemesi olarak
bilinen sistemin (Radial structure) antik Yunan şehircilik anlayışının da temelini
oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Yunan düşünür Aristoteles’e (I.ii. §§ 8–9) göre polis, zaman içinde “köy”
toplumunun gelişmesinin doğal bir ürünüdür (Barker 1958: 4–6). Bundan dolayı da
kentleşme ve siyasal bağımsızlık birbirinden ayrı tutulamaz der (I.ii. §§ 14–16)
(Barker 1958: 6–7). Önceki dönemlerle kıyaslandığında, klâsik dönem kentlerinin en
karakteristik özelliği, dinsel olmayan kamu faaliyetleri için özel alanlar ayrılması ve
bu tür faaliyetler için özel olarak tasarlanmış yapıların bulunmasıdır. Özellikle İ.Ö.
6. yüzyıl ortasından itibaren gelişen stoa yapılarının bu konuda oynadığı rol
yadsınamaz. Kutsal alanlarda ziyaretçileri doğa koşullarından korumaya yönelik bir
yapı olarak ortaya çıkan stoa düşüncesi, zaman içerisinde hem resmî hem de gayr-ı
resmî toplantılara olanak tanıyan mekân niteliği kazanmıştır. Özellikle Hellenistik
Dönem’de, agoraları stoalarla çevrelemek suretiyle kamu alanının sınırlarını
belirlemek oldukça sık karşılaşılan bir uygulama olmuştur.
İ.Ö. 5., 4., ve 3. yüzyıllarda Makedonya, Teselya ve hatta Epirüs içlerine
kadar yayılmış ve bu bölgelerle güney Yunanistan arasında siyasal bağları da
güçlendirmiştir. Örneğin, arkeolojik kanıtlar İ.Ö. 4. ve 3. yüzyıllarda Pella'nm
kültürel açıdan oldukça gelişmiş yapısını ortaya koymaktadır (Osborne 1996: 1572).
Özellikle Hellenistik Dönem Anadolu kentlerinde en güzel örneklerini gördüğümüz
ve kentleşmenin en önemli unsurlarından sayılan plânlı kentleşme, Hippodamik ya
da Izgara kent plânı ile kendini gösterir. M.Ö. 407 yılı civarında Yunan mimar
Hippodamos tarafından planlanan ızgara plan tipi izleyen dönemlerde Yunan
şehirciliği açısından vazgeçilmez olmuştur.
Yunanlılar gibi Romalıların da gündelik hayatları kent odaklıydı. Başkent
Roma, kamu ve özel yapılarıyla kapladığı geniş alan ve bu karmaşık geniş alanın
yönetimi bakımından, İ.Ö. 6. yüzyılda bile, birçok açıdan hem Etrüsk ve Latin
kentlerini anımsatmakta hem de kentleşme için örnek oluşturmaktaydı. Romalılar
yeni bir kent kurarken kimi Etrüsk ritüellerini de izlemişlerdir. Şöyle ki, himaye
aldıktan sonra kentin "çeperi" tunç bir sabanla belirlemek ilk adımdı. Saban izinin
halkı yeraltı tanrılarına karşı koruyan bir anlamı olduğuna inanılırdı. Kent merkezi,
yere kazılan dairesel bir kurban çukuru ile belirlenir; buraya Roma'mn en önemli 3
tanrısına, yani Iupiter, Iuno ve Minerva'ya adanan bir tapınak inşa edilirdi (Owens
2000: 9). İ.Ö. 4. yüzyıla gelindiğinde Roma'mn kentsel işlevleri, askeri ve ekonomik
başarılarla beslenerek biçimsel değişikliklere uğramıştır ve gelecekte alacağı
"megalopolis" unvanının temelleri atılmıştır (Purcell 1996: 1572).
Antik Roma'nın şehircilik anlayışı üzerinde savunma anlayışına ve halkın
refahına yönelik değişimler yaratmıştır. Tipik Roma şehrinin (civitas) merkezi
konumunda olan Forum ızgara planda caddeler ve sistemi çevreleyen bir savunma
duvarından ibarettir. Şehir içi ulaşımı kolaylaştırmak için diyagonal caddeler ızgara
planda oluşturulmuş caddeleri şehir merkezini kapsayacak şekilde keser. Ayrıca bir
nehir genellikle şehrin içinden geçerek ulaşım, su ve kanalizasyon ihtiyaçlarını
karşılar. Roma dünyasında caddeler çok dikkatli olarak planlanmıştır. Özellikle
birbirini merkezde kesen "Doğu/Batı" ve "Kuzey/Güney" caddeleri ana şemayı
oluşturur. Bu ana caddelere paralel uzayan daha dar boyuttaki caddelerin kesişmesi
insula olarak adlandırılan blokların oluşmasına sebep olur.
Özellikle İmparatorluk Dönemi'nin erken evresinde, Roma'nın tek tip
şehirleşme politikası izlediği söylenebilir. Özellikle eyaletlerdeki kentler, barbar
olmadıklarını kanıtlamak istercesine Yunan/Roma kültürünü ortaya koymaya çabalar
gibidir. Bununla beraber başkent Roma da, giderek diğer kentlere benzemeye başlar:
Colosseum, Pantheon ve Forum Traiani gibi görkemli mimarlık uygulamaları,
eyaletlerde görülen mimarînin başkentteki etkileyici yansımaları olarak düşünülebilir
(Purcell 1996: 1572-1573). İmparatorluğa bağlanmış bu kentler Romanitas denilen
ve Roma değerlerini/kültürünü yayan en Önemli unsurlardır. Özellikle İ.Ö. 2.
yüzyıldan itibaren şehir dışında yaşayanlar "köylü" sayılmış ve küçük görülmüştür
(Roth 2000: 304).
İ.Ö. 1. yüzyıl itibariyle Roma, büyük ölçüde bir mimarî dönüşüm içine
girmiştir. Augustus ile beraber kentteki yapıların tuğla görünümü, yerini mermere
bırakır. Pax Romana ile pekişen refah ve siyasal istikrar, tüm imparatorluk
genelindeki şehirlerde de yansımasını bulmuştur. Yunan şehirleşme geleneğinden
kopmadan, yani Hippodamik plânlı (ızgara plân) ve kamu yapılarının merkez
konumdaki forum etrafına yerleştirildiği tipik Roma şehirleri görülür (Freeman 2003:
IV. TROAS ŞEHİRLEŞME SÜRECİNDE SKEPSİS
İç Troas’ta Skepsis antik şehrinin yer aldığı coğrafi birim olan bugünkü
Bayramiç Ovası en erken Tunç Çağı’nın başından beri önemli kültürel gelişmelere
sahne olmuş olmalıydı. Bunun ana nedenleri burada çok geniş tarım alanlarının
olması ve bölgenin en önemli su kaynaklarından Skamander (Kara Menderes)
Nehrinin bu ovanın ortasından geçmesi ve bölgenin tarım alanları için doğal sulama
imkânları sunmasıydı. Skamander nehrini çok önemli kılan faktörlerden birisi de hiç
şüphesiz bu nehir vadisini izleyen karayolunun kıyı Troas ile Kuzeybatı Anadolu
hinterlandını birbirine bağlayan yollardan birisi olmasıdır. Özellikle Troia ve
çevresini, Balıkesir yöresi veya Gediz (Hermos) vadisine bağlayan doğal karayolu
rotalarından birisinin Skamander nehri vadisini izlediği söylenebilir. Skepsis kentinin
bulunduğu, modern adıyla Kurşunlu Tepe bu bağlamda hem Bayramiç Ovasını hem
de Skamander Nehrinin bu bölge ile kısmını kontrol eden bir noktada yer almaktadır.
Tarım ve ticaret gibi iki önemli kavram dolayısıyla Skepsis’in yer seçiminde çok
önemli iki etken olduğu görülmektedir. Buna ek olarak Ida dağı eteklerinde bulunan
Skepsis’in yerel ekonomisini orman ürünleri veya kereste ticaretiyle de güçlendirdiği
söylenebilir. Bu bağlamda İda Dağı köknar ve çam kerestelerinin Skamander nehri
vasıtasıyla kıyı şehirlerine aktarıldığı akla yatkındır. Bu tür bir ticaretin Bronz
çağından itibaren var olmuş olabileceği arkeolojik veriler ışığında değişik kereler
gösterilmiştir (Korfmann 2004; Körpe ve Yavuz 2007). Skepsis sikkelerinde sıklıkla
görülen köknar motifi şehir ekonomisinde bunun önemli bir gelir kaynağı
olabileceğine işaret eder. Skepsis’in yaklaşık 5 km güneyinde yer alan Tongurlu
Köyü yakınlarında Karaincir Mevkiinde yer alan ve Yeşilköy Höyük olarak
adlandırılan prehistorik yerleşim Erken Tunç Çağı başlarını karakterize eden Troia I
Dönemine aittir (Res. V.1 ve Res. V2). İ.Ö. 3. binin başlarında bu Erken Tunç Çağı
yerleşimin Skamander nehri boyunca uzanan karayolu üzerinde yer almasından
dolayı güçlü bir yerleşim haline döndüğü ileri sürülmüştür (Takaoğlu ve diğ. 2008).
Diğer bir deyişle Skepsis’in antik çağda gördüğü görevi Karaincir Mevkiinde
Skamander nehri kenarında yer alan bu Erken Tunç Çağı yerleşimi görmüş
olmalıydı.
0 yorum:
Yorum Gönder